Kobaneli Vrej Kasparian, 27 Ocak’ta, tam da Kobanê’nin IŞİD işgalinden özgürleştiği günün ertesinde, eşi Marine ve yedi yaşındaki oğlu Cano ile Fransa’ya göç etti. Aklında ve kalbindeyse bir gün mutlaka Kobanê’ye dönmek var.
Vrej Kasparian ve ailesi, Kobanê’deki savaş büyüyünce, önce diğer göç edenler gibi Urfa’nın Suruç ilçesine, ardından da İstanbul’a gelmişlerdi. Kasparian, İstanbul’a geldiği zaman kendisiyle yaptığımız görüşmede, Avrupa’ya gitmek istediğinden söz etmişti. Nihayetinde de, 27 Ocak’ta, tam da Kobanê’nin IŞİD işgalinden özgürleştiği günün ertesinde, eşi Marine ve yedi yaşındaki oğlu Cano ile Fransa’ya göç etti. “Gidiyorum ama, gözüm arkada kalarak...” derken, içindeki ukdeyi dışa vuruyordu Kasparian. İstanbul’da geçirdikleri iki ay boyunca bizde kalan Kasparian ailesi, misafir değil, ev arkadaşlarımız olmuşlardı. Önce yılbaşını, ardından Noel’i, en son da Cano’nun doğumunun yedinci yılını birlikte kutlamıştık.
Vrej’e, eşi Marine Ermenistanlı olduğundan, “Neden Fransa yerine Ermenistan’a gitmiyorsunuz?” diye sordum. Karabağ’ı işaret ederek, “Ailemi bir kez savaştan kaçırdım, tekrar savaşın olduğu bir yere gitmem” cevabını verdi. Zihnin kurcalayan soru işaretlerini de “Kimsemiz yok Fransa’da ama hükümete güveniyoruz” diye ifade etti. Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete misali...
‘Ailem olmasa kalırdım’
Her gün Suriye’deki ahbaplarıyla telefonla görüşür, özellikle Kobanê’deki haberleri hiç kaçırmazdı Vrej. Eve döndüğümüzde bize günlük rapor verir, son durumu birinci ağızdan aktarırdı. En güzelini sona bırakmıştı anlaşılan, 26 Şubat Pazartesi işten eve döndüğümde heyecanla, “Gördün mü? Kobanê özgürleşti” diyordu. Heyecanını paylaşmamak namümkün. Her fırsatta savaştan nasıl kaçtıklarını, resmî kâğıtları günler öncesinden nasıl büyük bir titizlikle hazır ettiklerini anlatıyordu. En büyük pişmanlığıysa, geride bıraktıkları hatıra fotoğrafları.
Kobanê’de araba kaportacılığı yapan Kasparyan, kentin kendisi için önemini ise şu sözlerle özetledi: “Soykırımdan sonra burası, Ermenilerin toplu olarak ilk yaşadıkları yer. Benim dedelerim de buraya ilk gelenlerden. Böyle bir geçmişim olduğundan, orada beni herkes tanırdı. Zaten küçük bir yer Kobanê. Savaş olmasa, kimse beni doğup büyüdüğüm yerden ayıramazdı.”
Kobanê’nin Vrej için önemi, en çok şu cümlesinde aşikâr: “Ailem olmasa kaçmazdım, direnirdim.” Ancak hemen ekledi, “Artık bir ailem, ona göre de sorumluluklarım var.”
Sorgusuz sualsiz Fransa
Vrej, Fransa’da yoğun bir Ermeni nüfusu olduğunu duymuş, ailesini savaştan uzak tutmak için oraya göç etmenin yollarını aramış. Nihayetinde bulmuş da. Tek derdi oğlu Cano’ya bir okul, kendisi ve eşi Marine’ye de bir iş bulmak. Hemen her gün Fransa’ya dair araştırmalar yapıyor, ülkeye dımdızlak gitmek istemiyordu. Konsoloslukla iletişim hâlinde olduğu sırada, Charlie Hebdo saldırısı gerçekleşmiş, yaşadığı endişe ve korku Vrej’in etrafını sarmıştı. Her ne kadar inanması zor olsa da, Türkiye’de Ermenilik ilk kez bu kadar işe yaramıştı. Suriye’de olduğundan Arapçası, Ermeni doğduğundan Ermenicesi, Kobanê’de yaşadığından Kürtçesi, dillere meraklı olmasından ötürü de Türkçesi vardı Vrej’in. Yeni bir ülkeye giderken en çok gereken şey dilken, dönemsel ve tarihsel talihsizliklerden ötürü çok dilli Kasparyan’a, “Bir süre ne olursa olsun Ermenice dışında dil kullanma” uyarısında bulunmak zorunda kaldım. Anlayacağınız Fransa’da dört lisan, üç insan, bir de umut var şu günlerde.
‘Bir gün mutlaka döneceğim’
İki ay boyunca hiç eksik olmadı bu cümle Vrej’in dilinden. “Herkes Avrupa’ya meraklı. Ben bileti aldım, gitmeye bir hafta kala Marine’ye dedim ‘Hele şu haritayı ver Fransa nerede kalıyormuş’ diye. Benim için varsa yoksa Kobanê. Savaş var, bölgenin kendine gelmesi uzun zaman alacak, ama bir gün mutlaka döneceğim” diyor.
Kobanê’nin IŞİD’in elinden kurtarıldığı haberlerini aldığında, doğruca arkadaşlarını aramış, oradaki durum hakkında bilgi istemiş. “Her yer darmadağın, ama artık özgür” demişler. “Evim, dükkânım ne durumda?” diye sormuş. Evden haber yok, dükkân ise talan edilmiş. “Ama yine de çalışılabilir durumda” demiş arkadaşları, Kobanê’ye döneceğini umarak. “Şimdi değil belki ama, bir gün mutlaka.”