Türkiye’deki toplumsal hayatı en çok etkileyen isimlerden biri olan Said Nursi’nin öğretisinin çok bilinmeyen bir yönü, gündelik hayattaki tezahürü. Ali Bedir’in Etkileşim Yayınları’ndan çıkan ‘Bediüzzaman Teolojisinde Gündelik Hayat’ kitabı da bu minvalde, Nursi’nin öğretisini gündelik hayatı da ele geçiren Türk modernleşmesine karşı alternatif olarak ele alan bir çalışma. Bedir’le Bediüzzaman teolojisini ve bu teolojide genel olarak Hıristiyanların, özel olarak da Ermenilerin yerini konuştuk.
EMRE CAN DAĞLIOĞLU
Kitaba ismini veren Bediüzzaman teolojisinin kapsamı nedir? Kemalist ideolojinin modernleşme hamlesinin alternatifi mi, yoksa modernleşme karşıtı bir hareket mi?
Said Nursi, dini olarak örgütlenmiş bir cemaat yapısından laik ulusal bir topluma dönüşüm sürecinin yaşandığı yıllarda, insanlara, değişen ve dönüşen çevrelerini, dayatılan kavram ve içeriklerinden farklı şekilde yorumlamaya vesile olabilecek kavramsal bir çerçeve sağladı. Böylelikle, bu kavramsal çerçeveyi sunmakla Nursi, ‘sıradan insan’a kendi yaşantısına dair bir anlam haritası teşkil edebileceği ve İslami halk kavramlarını ve pratiklerini üretebileceği bir kavramsal zemin sunuyor. Nursi’nin teolojisi ‘tevhid’ üzerine kuruludur. ‘Tevhid’, İslam itikadına göre yaratılan her şeyi ayrım yapmaksızın Allah’a vermek, onun yaratımının eseri olduğunu kabul etmektir. Yani ayrım yapmaksızın, kıymetli-kıymetsiz, insanî olan-olmayan tüm yaratımların yaratıcıya verilmesini şart koşar. Descartesçı felsefeden beslenen moderniteye göre ise ‘politik olan’, ‘gündelik olan’a üstündür. ‘Gündelik hayat’ genellikle kıymetsiz olan ve insani olan kümesine dâhil edilmektedir. Hâlbuki Said Nursi’nin metinlerinde, gündelik hayatın kendisi bir ilahi yaratım olarak tarif edilmektedir. Bu nokta-i nazardan “Mahlûkat, mabudiyetten uzaklık noktasında müsavi oldukları gibi, mahlukiyet nisbetinde de birdirler”. Yani hiçbir şeyin bir diğerinden ‘yaratılmış olma’ noktasında bir üstünlüğü-altındalığı yoktur, olamaz da. Çünkü Said Nursi’ye göre, Allah, ‘Halık’ sıfatıyla mevcudatın her birine aynı uzaklık-yakınlık ‘makam’ındadır. Eşya ile ‘halıkıyet’inin, ‘yaratıcı’lığının dışında bir alakası bulunmaz: “Tahayyüz ve tecezziden münezzehtir. Mevcudatla alâkası, hâlıkıyettir”. Tabiri diğerle, her yaratılmış, yaratıcısını kendisine haslığı itibariyle tarif ettiği vechile, yaratılmışlar arasında yaratıcısını tarif etme noktasında, “bu daha iyi tarif etmektedir, bu daha kötü tarif etmektedir” gibi, yaratılmışlar tarafında bir hiyerarşi kurulamaz zira her bir varlık yaratılmış olması hasebiyle Yaratıcının farklı vasıflarının tezahürü olma noktasında, “ben gizli bir hazine idim, keşfolunmak istedim” hadisi kudsisinden hareketle, bu gizli hazinenin sadece kendisinin izini sürebileceği, yol gösterebileceği kısmına işaret etmektedir.
Kemalist modernleşme karşısında bir alternatif midir, Said Nursi’nin görüşleri?
Kemalist modernleşme karşısında bir alternatiftir ya da karşı bir harekettir gibi keskin cevaplardan ziyade, öte bir anlamlandırma çabası içerisinde bulunmayı daha çok tercih edilebilir buluyorum. Said Nursi her şeyden önce belirli bir düşünme geleneğini temsil ediyor. Çoğu düşünürde olduğu gibi temsil ettiği geleneğe eklemlediği ve ayrı düştüğü noktalar mevcut. Bir gelenek olması itibariyle yeni olan mevzular karşısında yeniden ürettiği, yinelediği ve yenilediği bakış açıları bulunmakta. Modernizm karşısında Nursi’nin ‘gündelik hayat’ olarak değerlendirdiği bir alanı ele alışına baktığımızda, farklı geleneklerden gelen düşünürleri Said Nursi bağlamında değerlendirmek, bugüne dair olanın izini dünden çıkarsamaya, anlamlandırmaya çalışmak mümkün. Nursi ve incelediğim çoğu düşünürün farklılaştıkları ve birbirilerine yakınlaştığı noktaları bulmaya gayret ettim. İki farklı güzergâhtan ilerlemekte olan özellikle de modernleşen hayat karşısında farklı duruşlar sergileyen ama aynı şeye dair serdi kelam eden Kıta Avrupası Felsefesi ile İslam Düşüncesi arasındaki farklılıklara ve benzeşmelere dikkat çekmeye çalıştım.
Özellikle hangi düşünürler bu bağlamda öne çıkıyor?
Kendiliklerine dair özgünlükleriyle birlikte bu iki farklı tavrın içerdikleri potansiyelleri okuyucunun önüne sererek, modern hayatın o cendereye alan baskıcı tutumları karşısında hiç olmazsa birkaç nefes alabilecek imkânlara işaret etme çabası içerisinde en fazla kendini öne çıkaran Michel De Certau ile Henri Lefebvre’dir. Zira bu iki düşünür hem kendi şahsi tekâmülüm açısından hem de ortaya koydukları modernite eleştirileri bağlamında sosyal bilim dünyasında fazlasıyla ehemmiyet kazanan iki düşünür. Daha lisans eğitimim yıllarına denk gelen okumalarımda bu iki şahsın söylediklerine kulak kabarttığımda kendi şahsi bakiyatımı teşkil eden Risale-i Nur ile aralarında fazlasıyla anlamsal bütünlükler arz eden noktalar keşfetmekteydim ki bu beni daha o yıllardan beri heyecanlandırmaktadır. Zira kimisi diğerinin eksik bıraktığını tamamlarken diğeri berikinin dediğini farklı muvacehelerden değerlendirerek üstesinden gelmek zorunda bırakıldığım modern yaşantının zorluklarıyla mücadele etmemde, bana tabir-i caiz ise bir alet çantası nev’inden yardımcı oluyordu. Kısaca ifade etmek gerekirse, bütüncül bakış açısı kazanmak hususunda her birinin bulundukları mücadele arenalarında hayati kazanımları, her birinin ayrı ayrı birlikte değerlendirilmesi konusunda beni cesaretlendirmiştir.
Said Nursi’nin düşünce dünyasında genel olarak Hıristiyanlar, özel olarak Ermenilerin yeri nedir? Said Nursi, aynı zamanda 1915’te yaşananlara şahitlik etmiş biri. Bu anlamda Nursi’nin 1915’te yaşanan zulme direndiğini söylememiz mümkün mü?
Herhangi bir İslam âlimi, Müslüman için ortak payda olan ‘ehl-i kitap’ vb kısımlarını geçip, Nursi’de ön plana çıkan iki mevzudan bahsetmekte yarar var:
Bunlardan ilki, Hıristiyanlarla alakalı genel kısım: Nursi, içerisinde yaşadığı asrı itikadi açıdan (inanç açısından) dehşetli ifadesi ile tarif etmekte ve bu sıkıntılara karşı “hadîs-i sahih, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur’an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza’ etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar” diye talebelerine Hıristiyan dindarları ile birlikte dinsizliğe karşı çıkmaları konusunda uyarılarda bulunmaktadır.
İkinci kısım ise, özellikle Nursi’nin ilk gençlik yıllarının geçtiği Kürdistan coğrafyasındaki Ermeni aydınlanması olarak tabir edebileceğimiz etrafındaki Ermeni cemaatlerindeki gelişmelere yakından muhatap olmaktadır. II. Meşrutiyet’in kazanımlarını devrin Kürt aşiretlerine anlatmak amacıyla yaptığı ‘sorulu cevaplı’ konuşmalarını toplayarak bir araya getirdiği ‘Münazarat’ adlı eserinde, özgürlüğü ve sorgulayıcı olmayı imanın tamamlayıcı bir parçası olarak ele almış, yoksulluğu, cehaleti ve dâhildeki düşmanlığı Müslüman cemaatin temel problemleri olarak teşhis etmiştir. Burada daha, ‘meş’um’ 1915 olayları, ‘medz yeğhern’, gerçekleşmeden Said Nursi’nin Osmanlı coğrafyasındaki düşmanlıklara dikkat çekmesi gayet manidardır, zira “Münazarat” adlı esere konu olan konuşmalar, 1909 yıllarının son aylarında geldiği Van’da, 1910 yazına kadar, Kürt aşiretlerinin arasında yapılmıştır, kitaplaştırılma tarihi ise 1911’dir.
Bediüzzaman Teolojisinde Gündelik Hayat
Ali Bedir
Etkileşim Yayınları
192 sayfa