Okulların sömestr tatiline girmesiyle Türkiye’nin önemli kış merkezlerinden Bursa Uludağ’ın otellerinde yer bulmak neredeyse imkansız olmaya başladı. Her gün yaklaşık 35 bin kişi, dev yatırımlarla hazırlanan kayak pistleri için asıl adı “Keşiş Dağı” olan Uludağ’ın eteklerine tırmanırken, yüzlerce yıllık manastırların tarihi karlara karışıyor.
Antik Çağ’da “Olympos” olarak anılan Uludağ’ın kaderi Roma İmparatorluğu’nun resmi dininin Hıristiyanlık olmasıyla değişti. Dağ kısa sürede keşişlerin kurduğu manastırlarla ünlü oldu.
Orhan Gazi döneminde Osmanlı Devleti’nin egemenliği altına giren şehirde keşişlerin bir kısmı manastırlarında yaşamayı sürdürürken, ayrılanların yerine İslam inancının inzivaya çekilenleri, dervişleri geldi. Ancak bu dönemde bölgenin Hıristiyan geçmişi göz ardı edilmedi.
Ayasofya'dan Keşis Dağı'na uçup gelen patrik ve rahipler
17. yüzyılın önemli gezginlerinden Evliya Çelebi de Keşiş Dağı’nın manastırlarının önemine değiniyordu. Evliya Çelebi, “Cebel-i Ruhban” yani Ruhban / Keşiş Dağı diye andığı dağ ile ilgili bir efsaneyi ünlü “Seyahatnamesi”nde paylaşıyordu: “Bu dağa Keşiş Dağı denmesinin sebebi, Ayasofya’ daki patrik ve rahiplerin perhiz ile uçarak gelip bu dağda dinlenmeleridir.”
19. yüzyılda Anadolu’yu ziyaret eden ünlü Fransız arkeolog ve gezgini Charles (Felix-Marie) Texier ise “Küçük Asya coğrafyası” kitabında bölgedeki manastırların yoğunluğunu Yunanistan’daki Athos (Aynaroz) Dağı’na benzetiyordu:
“Eskiden söylendiği gibi, Olimpos zirvesinin, bir yayla oluşturan iki başı vardır. Doğu tarafındaki başında kuru taştan yapılmış bir yapının kalıntısı görülür. Bu bir ufak kilise ya da manastır olabilir. Şekil ve yapımından hangi devre ait olduğunu belirleyecek hiçbir özelliği yoktur… Bizans İmparatorları zamanında Olympos vadileri, başkentin gürültüsünden kaçıp inzivaya çekilmek isteyenlerin mekânı oldu. Athos Dağı’nda olduğu gibi burada da küçük kiliseler ve inziva yerlerinin sayısı arttı. Dünyadan elini eteğini çekenlerin anılarını muhafaza ederek bugün de gururlu olan Olympos dağı, Türkler tarafından verilen Keşiş Dağı adını taşır.”
Uludağ’ın eski ismi “Keşiş Dağı” bölgeyle o kadar özdeşleşmişti ki İstanbul’un güneydoğusunda kaldığı için esen rüzgara bile bu nedenle “keşişleme” denildiği rivayet ediliyordu.
Yüzlerce yıl dağın kimliğini oluşturan manastırlarla ilgili en kapsamlı çalışmayı Bursa'daki Fransız Kilisesi rahibi Bernardin Menthon yaptı. Menthon, 1935 yılında yayınlanan “L'Olympe de Bithynie” kitabında hem bölgenin Hıristiyan kültürü hem de manastırlarının geçmişi hakkında detaylı bilgi veriyordu.
Onun Bizans kaynaklarından derlediği bilgilerden yaralanarak bir yıl sonra, 1936 yılında Türkçe bir kitap basılıyordu. Osman Şevki Bey, “Uludağ: Keşişleri, Dervişleri, Tapınakları” kitabında manastırların yayılma alanlarını üç bölgeye ayrılıyor, 28 manastır hakkında bilgi veriyordu.
"Bursa bir keşişin gölgesi altında mustarip"
Osman Şevki Bey, bu kitabından önceyse, dağın yüzlerce yıllık ismi olan “Keşiş Dağı”nı değiştiren öneriyi sunan isimdi. 1925’te Coğrafya Encümen Azası gezisine katılan Osman Şevki Bey, inceleme gezisinin ardından hazırladığı raporunda önerisini iletiyordu:
“Bütün dünya bu dağa Olemp der. Biz ise Keşiş Dağı diyoruz. Garbi Anadolu'nun en yüksek tepesine çıktım. Etrafıma baktım; ne keşiş gördüm, ne derviş. Güzel Bursa bir keşişin gölgesi altında mustaripti. Halk bu ismi sevmiyor; haklıdır. Olemp kelimesi de halkımızın diline uygun değildir. Biz buna, dağın bünyesine en uygun olan bir ismi verelim ve Uludağ diyelim.” Bu öneriye Mareşal Fevzi Çakmak’tan da olumlu yanıt gelmesiyle önce dağın adı ardından Osman Şevki Bey’in soyadı –kanun çıktığında– “Uludağ” oluyordu.
Genç Cumhuriyet için daha önceleri dönemin gazetelerinin tabiriyle “kutuplar gibi meçhul ve esrarengiz bir yer zannedilen” Uludağ, 1930’larda ilk otelin inşa edilmesiyle “Türkiye’nin İsviçre’si” diye anılmaya başladı. Bundan sonra da kimse “Keşiş Dağı” ve manastırlarından bahsetmedi.
Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin 2012’de kurduğu “Uludağ Mağara ve Manastır Araştırma Ekibi” manastırların yerlerini tespit etse de, kalıntılara ulaşılabilecek rotalar çıkartılsa da bölgede durum değişmiş değil. Kalıntılar korunmadığı, ayakta kalmayı başaran manastırlar da önlem alınmadığı için birer birer yok olmayı bekliyor.