ROBER KOPTAŞ

1977 İstanbul doğumlu. Türkiye’de demokratikleşme ve insan hakları, siyaset, tarih ve kültür üzerine yazıyor.

Agos’a veda

Bu bir veda yazısı. Kurulduğu tarihten, yani Nisan 1996’dan beri okuru, 2006’dan beri yazarı, 2008’den beri çalışanı, 2010’dan beri genel yayın yönetmeni olduğum Agos’tan ayrılıyorum. Etyen Mahçupyan’dan devraldığım görevi Yetvart Danzikyan’a devrederek, gazetemizin sade okurluğuna yeniden merhaba diyorum. 

Hrant Dink ve arkadaşlarının emekle, adanmışlık, yaratıcılık, irade ve sabırla yoktan var ettiği Agos’un takım kaptanı olarak geçirdiğim beş yıl, neresinden bakarsanız bakın, çok öğretici, eşsiz bir deneyimdi. Bu sürede tanıdığım insanlar, tanıklık ettiğim olaylar, yazı işlerindeki tartışmalarımız, iyisiyle kötüsüyle tüm yaşadıklarım, bana çok şey kattı. Acısıyla tatlısıyla tüm hatıraların yüreğimde yeri var; bunların hepsi için hayata müteşekkirim.

Türkiye’nın giderek kutuplaşan, safların alabildiğine keskinleştiği siyasi ortamında Agos gibi bağımsız, kendi küçük ama simgeledikleri büyük bir gazeteyi çıkarmak, sözün ağırlığına, fikri tutarlılığa, entelektüel ahlaka sahip çıkmak kolay iş değil. Agos’un demokrasi ve insan hakları değerlerine bağlı, her türden ayrımcılığa karşı çizgisini korurken, geçmiş adaletsizlikleri barışçı bir gelecek perspektifiyle gündeme getirmek; yaşadığımız ülkeyi daha özgür, daha adil bir yere dönüştürme mücadelesine katkıda bulunmaya çalışmak; bunu da sadece Türkiye’yi değil, diaspora ve Ermenistan kamuoylarını da olumlu yönde etkileyecek bir yol ve yordamla yapabilmek gibi çok boyutlu bir misyonu hakkıyla yerine getirmek, ağır bir sorumluluk.

İtiraf etmek gerekir ki, gazetenin her şeyi olan Hrant Dink’in aramızdan alınış biçimi, bu büyük kaybın ve hâlâ kanayan yaranın pek çok insanın ruhunda yarattığı tahribatın getirdiği çok yönlü beklenti ve kimi zaman ihtiraslar da, Agos olmayı, Agos’ta olmayı zorlaştıran bir ağır yüktü. 19 Ocak 2007 tarihine kadar Agos’u eline almamış insanların dahi, yayın yönetmeni gazetesinin önünde öldürülmüş bir gazete için bunu yapmanın ne kadar hoyratça olduğunu belki de hiç fark etmeden “eski Agos - yeni Agos” kıyaslamalarına girişebilmesine yol açan bu yükü sırtlanmayı boynumuzun vebali sayarak, türlü zorluklara karşın hep daha iyi bir gazete çıkarmaya çalıştık.

Agos, başladığı günden bugüne, tüm kimliklere saygılı, her bir kimliğin var olma ve kendini geliştirme hakkını sonuna dek savunan, ancak, başta Ermeni kimliği olmak üzere tüm kimliklerle aynı zamanda meselesi olan, eleştirel bir çizgi tutturdu. Bu çizgiyi korumaya ve derinleştirmeye uğraştık. Hataya düştüğümüz çok oldu elbette, ancak ana kavşaklarda doğru yerlerde durduğumuza inanıyor ve bunun için üzerime düşeni yaparken verdiğim emeğin vicdani rahatlığını taşıyorum.

Kurumlarda devamlılık ve o devamlılığın içindeki değişim esastır; besleyici ve gereklidir. Ben de, artık kendi adıma da yeni bir şeyler yapmanın zamanının geldiğini düşünerek, beş yıldır sevinçle ve heyecanla yürüttüğüm Agos genel yayın yönetmenliği görevinden ayrılma kararı aldım. Bütün bu yıllar süresince eksik etmedikleri manevi desteği bu kararımdan sonra da esirgemedikleri için tüm Dink ailesine teşekkür borçluyum. Agos’un benden sonraki yayın yönetmeninin kim olacağı konusundaki çalışma ve görüşmeleri el birliğiyle yürüttük. Şunu çok açık söyleyeyim ki, bu süreçte danıştığımız, fikrini aldığımız kişilerin hemen hepsinin aklına gelen ilk isim Yetvart Danzikyan’dı. Agos’un o pirûpak harcının karıldığı ilk dönemde de yoğun emeği olan Yeto’nun, mesleki birikimi, entelektüel kapasitesi ve tutarlı çizgisiyle, gazetemizi çok iyi yerlere getireceğinden şüphe duymuyor ve kendisine başarılar diliyorum.

Agos, kurulduğu günden bu yana pek çok genç için bir okul oldu. Benim yönettiğim dönemde de, bu özellik değişmedi. Yayın yönetmenliğine geldiğimde 32 yaşındaydım ve benden çok daha genç, pek çoğu ilk mesleki deneyimini yaşayan arkadaşlarla yan yana çalışarak çıkardık bu gazeteyi. Birlikte ve birbirimizden öğrenerek… Bu gazete için ortaklaşa emek verdiğimiz çalışma arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Karin Karakaşlı ve Ferda Balancar ise, hem mesai arkadaşı, hem de dost olarak epey nazımı çektiler, eksik olmasınlar... Etyen Mahçupyan, herhalde siyasi olarak gazeteyi onunkinden epeyce farklı bir çizgide tutacağımı bildiği halde bu görevi bana devretme nezaketini göstermişti. Bana bu imkânı sağladığı için ona da bir kez daha teşekkürler.

Bu köşede yazmaya başladığım 2006 yılında, yüksek lisans tezim için, geç Osmanlı döneminin en önemli edebi ve siyasi figürlerinden, Medz Yeğern kurbanı Krikor Zohrab’la yatıp onunla kalkıyordum. ‘Hayat, olduğu gibi’ adı da, Zohrab’ın, 1913’te Osmanlıca olarak da basılan ‘Giankı inçbes vor e’ kitabından geliyordu. Bu yazıyla birlikte, ‘Hayat, olduğu gibi’ köşesi de son buluyor. Bana ayrılan sütunları, tepesinde yazan bu isme yakışır bir şekilde doldurmuş olduğumu umut ediyorum.

Okumaktan her zaman büyük zevk aldığım William Saroyan’ın hikâye kitaplarından birinin adı ‘Gitme, ama gitmen gerekiyorsa merhaba de herkese’ydi.

Herkese merhaba…