Müzik yazarı Naim Dilmener, 26 Ocak günü hayata veda eden Demis Roussos’un müzikal yolculuğunu Agos için yazdı.
Demis Roussos’u kaybettik. Belli ki 2015 de, yaprak dökümünün şiddetle yaşandığı 2014’ü aratmayacak.
Yunanların, popüler müzik alanında, Vicky Leandros ile birlikte ülke dışında yaygın(ca) bir popülerliğe erişmiş iki önemli yıldızdan biriydi. Muhtemelen de birincisi. Çünkü Leandros, 1972 yılında Lüksemburg adına yarıştığı Eurovision’da ‘Apres Toi’ ile birincilik elde ettikten sonra bütün Avrupa’da tanınmış ama işin sonrasında yalnızca Almanya’da tutunmuş ve popülerliği, o ülkenin sınırları dahilinde kalmaya devam etmişti.
Roussos ise daha geniş bir alana söyledi şarkılarını. Avrupa’nın biz dahil hemen hemen tamamı, kısmen Uzakdoğu ve kısmen Amerika, özellikle de güneyi.
Bunun en büyük sebebi, özellikle 70’lerin ilk yarısında arka arkaya hit şarkılar çıkarabilmesi oldu. Hemen her türden insana güzel/hoş/ilginç gelebilen pop şarkılarıydı bunlar. Melodileri sağlam, sözleri herkesi tavlayabilecek kadar kolay, hatta sıradan.
Bu şarkılar 45’lik ve albümlerle arka arkaya geldikçe şöhreti artan Roussos, bir zaman sonra bir dünya yıldızı muamelesi görmeye başladı.
Yağmur ve gözyaşları
1946 yılında İskenderiye’de doğdu.
Müzikle yakın bağları olan bir aileye mensuptu, bu nedenle müziğe çocuk denebilecek bir yaşta ilgi duymaya başladı.
Yarı amatör - yarı profesyonel sayılabilecek bir öncesi olan Roussos (mesela ilk grubu The Idols), kitlelerin önüne, solisti olduğu Aphrodite’s Child ile çıktı. Belki Roussos’tan daha az popüler ama kesinlikle daha saygın bir üne erişecek olan Vangelis’in de üyesi olduğu bu grup, müziğin kalbinin attığı Londra’ya gitmek ve oralarda şansını denemek niyetindeydi ama olmadı. Vize ve çalışma izni almanın zorluğu nedeniyle grup üyeleri Londra’dan vazgeçmek, Paris’le yetinmek zorunda kaldılar.
Neyse ki Paris’te işler yolunda gitti. Hem de aniden ve bir çırpıda.
Kaydettikleri ilk şarkı olan ‘Rain and Tears’ (Yağmur ve Gözyaşları) kısa sürede bir numara oldu ve bu da onlara, Fransızların –o zamanlar– dünya çapındaki yıldızı Sylvie Vartan ile birlikte Olympia’da sahneye çıkma imkânını sağladı.
Onlar da durmadı; başta ‘It’s Five o’Clock’ (Saat Beş) olmak üzere, arka arkaya, bütün Avrupa’da ses getiren şarkılar çıkardılar.
Bu şarkılar, grubu ve solistlerini, Türkiye dahil birçok ülkede tanınır kıldı.
Sonradan, hem bizde hem de dünyanın geri kalanında çok daha yaygın bir şöhrete ulaşacaktı Roussos. Ama bunun için grubun dağılması ve solo çalışmaya başlaması gerekecekti. Bu da 1971 yılına denk gelir.
Elveda aşkım
İlk solo hiti ‘We Shall Dance’ (Dans Etmeliyiz) oldu.
Ve arkası geldi, hem de çok kolay geldi. Çünkü şarkıcının solo kariyeri, gruptan biraz daha farklı bir çizgide ilerlemekteydi. Şarkılar daha melodik, daha pop, yani daha basit ve kolaydı.
Belli ki işin arkasında işbilir yapımcılar vardı ve ona ‘Aşk Şarkılarının Unutulmaz Şarkıcısı’ ya da benzeri bir kılık biçmişlerdi. Salya sümük ağlatan ya da –Mısır ve Yunanistan’da görüp geçirdiklerinin etkisiyle– mangalda kül bırakmadan dans ettiren şarkılardı bunlar.
Bütün bu şarkılar Roussos’un kariyerinin uzunluğuna kıyasla kısa sayılabilecek bir sürede, dört-beş yıl içinde çıktı. 70’lerin ilk yarısı, Roussos’un bütün Avrupa listelerini salladığı yıllar oldu.
Bizde de aynısını yaptı; listeleri salladı.
Ama daha fazlasına da yol açtı. Bizim yapımcılarımız/şarkıcılarımız Roussos şarkılarını paylaşamadı, her biri kapanın elinde kaldı ve çokça Türkçe versiyonu yapıldı.
Enrico Macias kadar olmasa da, Demis Roussos da popüler müziğimizi çok etkilemiş bir isimdir. Onun söylediği şarkıları, başta Ajda Pekkan olmak üzere (‘Gözün Aydın’/‘Far Away’ ve ‘İnanmam’/‘We Pretend’), Tanju Okan (‘Gözünde Yaşlarla’/‘Goodbye My Love Goodbye’, ‘Seni Sevdim Ben’/ ‘Velvet Mornings’ ve ‘Her Gün Her Gece’/‘Forever and Ever’), Füsun Önal (‘Aç Gözünü’/‘When I’m Kid’) dahil, çok sayıda şarkıcı Türkçe söyledi. O yıllarda telif konusunun –en azından bizde– tamamıyla ‘kanunsuz’ olması nedeniyle, şarkıyı ilk duyan ya da edinen, bir telaşla sözlerini yazdırıyor ve Türkçe söylüyordu. Çünkü tutulması, sevilmesi garanti olan şarkıların adamıydı artık Roussos.
70’lerin ikinci yarısında Roussos’un popülerliği hafiflemeye başladı. 80’lerde, bazı ülkelerde tamamen devre dışı kaldı; bazı ülkelerde ise, eskisiyle kıyaslanabilecek kadar olmasa da, sevilmeyi, sayılmayı sürdürdü.
90’lar ve 2000’lerde, o eski çok çok şaşaalı günlerin asla bir daha gelemeyecek olmasının ayırdına vardı ve popüler olana daha az yaslanmaya başladı. Bu da, belki daha az popüler ama daha fazla ciddiye alınır bir konumda tutunmasını sağladı.
Plakların disklere aktarıldığı yani dijitale evrildiği zamanların da şanslılarından biri oldu. Avrupa’nın en güçlü firmalarından biri olan BR Music, şarkıcının hemen hemen her yaptığını kutu kutu, disk disk yayınladı.
Demis Roussos’u kaybettik. Onu kendi şarkılarından biriyle uğurlayalım: ‘Goodbye my love goodbye, goodbye and au revoir, as long as you remember me, I’ll never be too far.’ (Elveda aşkım, elveda ve ‘au revoir’ / Sen beni hatırladıkça, uzakta olmayacağım o kadar)