Yeni Şafak yazarı Hilal Kaplan, Agos’un internet sitesinde “Bu dava paralele sığmaz’dan rahatsız olanlara” başlığıyla yayımlanan yazıma gazetesinde bir cevap verdi (“Dink cinayetinin aydınlatılmasını istiyor muyum?”, 21 Ocak). Bu yazı, Kaplan’ın cevabına cevaptır.
Hilal Kaplan, yazımda geçen “Hrant Dink cinayetinin her yönüyle aydınlatılmasını ‘sahiden’ istiyor musunuz?” sorusunu “saçma” bulduğu halde yanıtlamış ve elbette ki cinayetin tüm yönleriyle aydınlatılmasını istediğini anlatmış; bu uğurda yapıp ettiklerini, katlanmak zorunda kaldığı zorlukları da sıralayarak (“Ermeniliğin dini değil, etnik bir kimlik olduğunu anlattığım için hedef gösterildim. Hatta Ermeni kökenli olduğumu iddia edenler bile çıktı.”)
Evet, sorduğum soru gerçekten de saçmaydı. Ancak bu saçmalığın kaynağını sorunun kendisinde değil, o soruyu sorduran siyasi tutumlarda aramak gerekiyor. Bu, etiğe değil, siyasete dair bir soruydu. Etiğe dair değildi, çünkü “Evet”ten başka yanıtı yoktu. Cinayeti azmettiren Yasin Hayal’e ve hatta tetikçi Ogün Samast’a bile sorsanız, yanıtı, “Evet, Hrant Dink cinayetinin her yönüyle aydınlatılmasını sahiden istiyorum” olacaktı.
Bu yüzden, asıl önemli olan, sorunun siyasi yüzüydü. Orada ise, Hilal Kaplan ve bu konuda onun gibi düşünenler hesabına, çarpıtmalar ve fırsatçılık, yani art niyet var.
Kaplan, “Bu saçma soruya muhatap olmamın sebebi, Agos’un, bir değil, tam iki kez attığı ‘Bu dava ‘paralel’e sığmaz’ manşetini eleştirmem” diye yazmış. Oysa Kaplan’ın o soruya muhatap olmasının nedeni Agos’u eleştirmesi değildi. Haşa! Ama Agos’u ve Hrant’ın Arkadaşları’nı, cinayetin ‘Paralel Yapı’ tarafından işlendiğine dair oluşturulan algıya şüpheyle yaklaştığımız için, gerçeğin ortaya çıkmasını istememekle suçlamasıydı.
Kaplan şöyle yazıyor: “Agos, ‘Bu dava ‘Ergenekon’a sığmaz’ başlığını iki kez manşete çekmiş olsaydı da aynı eleştiriyi yapardım. Tek fark bu sefer eleştirim muhtemelen o kadar garipsenmezdi. İşte bu aradaki fark üzerine düşünmemiz gerekiyor.”
Pekâlâ, gelin bu fark ve bu ihtimal üzerine biraz düşünelim.
Evet, Agos, “Bu dava Ergenekon’a sığmaz” manşetini atmadı, çünkü AK Parti iktidarı döneminde açılan Ergenekon davası, Dink cinayetiyle doğrudan ya da dolaylı ilişkisi olan pek çok ismi de içerdiği halde, yine bu iktidar döneminde ısrarla Dink cinayetiyle bağlantılandırılmadı. Hilal Kaplan bunun sorumluluğunu tek başına Cemaatçi polislere yüklemeyi tercih ediyor; ama seçimle iş başına gelen görevliler polisler değil siyasiler olduğuna göre, biz Hilal Kaplan’dan farklı olarak, bu tercihin sorumluluğunu AK Parti iktidarına ‘da’ kesiyoruz. Eğer bugün yaşananın tersi olsaydı ve Dink cinayeti ‘sadece’ Ergenekon örgütünün bir işi olarak sunulmaya çalışılsaydı, yapacağımız iş herhalde yine “Bu dava Ergenekon’a sığmaz” manşetini atmak olurdu. O zaman Hilal Hanım, tıpkı bugün yaptığı gibi, Agos’u cinayetin aydınlatılmasını istememekle, Ergenekoncuları savunmakla suçlardı; bizse bugünküleri garipsemediğimiz gibi, o günkü suçlamalarını da garipsemezdik. Garipsemezdik, çünkü burada birbirinden farkı çok aşikâr iki ayrı tutum var: Biz, Dink cinayeti davasının herhangi bir siyasi kavganın malzemesi yapılmasını, araçsallaştırılmasını istemeyen, buna razı gelmeyen ve gelmeyecek olanlarız. Hilal Kaplan için öncelikli olansa, bu davanın siyasi iktidar için ne anlama geldiği… Dün Ergenekon, bugün Cemaat, yarın başka bir hasım, bir farklılık arz etmeyecekti ona göre. Davanın siyasi iktidarın kullanım değeri gördüğü kısmına dair bir şüphe ifade ettiniz mi, Hilal Kaplan, tıpkı bugün yaptığı gibi, hemen karşınıza dikilecekti.
Kaplan’da bu tutumun izleri o kadar aşikâr ki, son iki yazısında Dink cinayetine ilişkin Başbakanlık Teftiş Kurulu raporundan ve o raporun ne kadar olumlu olduğundan söz ettiği halde, bu raporun sonrasında ne işe yaradığını, o rapor doğrultusunda, misal, hangi yetkiliye yaptırım uygulandığını, ya da bugün her şeyin sorumlusu olarak gösterilen Cemaat’in o raporda tek bir kelimeyle olsun anılıp anılmadığını sorgulamıyor. Aynı şekilde, bu siyasi konjonktüre göre tavır alma hali o kadar hassas dengeler üzerine kurulu ki, Başbakanlığın üstü olan makamın, devletin zirvesinin, konuyla ilgili çok daha kapsamlı araştırmasının ürünü olan Devlet Denetleme Kurulu raporu, sırf Kurul’u harekete geçiren Abdullah Gül olduğu için, Hilal Kaplan’ın yazılarında zikredilmeye değer bulunmuyor. Çünkü, malum, bugünlerde Abdullah Gül’ün hazırlattığı bir rapordan bahsetmek, devletin bugünkü zirvesini kızdıracağından, pek de revaçta değil!
Hilal Kaplan, yine iki yazıdır, Başbakanlığı döneminde Erdoğan’ın, MİT görevlilerinin dava kapsamında ifade vermesi kararına imza attığını da hatırlatıyor bizlere. Bu yüzden herhalde Erdoğan’a minnet duymamız gerektiğini ima ediyor. Hiçbir cinayetin Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacağı vaadini hayata geçirmiş bir Erdoğan’a minnet borçlu olmayı gerçekten de isterdik; ama ne yazık ki, o görevlilerin hiçbir şekilde yargı önüne çıkarılmadığını, cezasız kaldığını görmezden gelemiyoruz. Kaldı ki, Erdoğan’ın MİT’in başına atadığı Hakan Fidan döneminde, kurumun arşivinde Dink’le ilgili hiçbir bilgi, belge olmadığının ilan edildiğini de unutamıyoruz bir türlü.
Kaplan, Agos adeta Cemaatçi polisler suçtan azade olsun, yargılanmasın, soruşturulmasın istiyormuş gibi sunuyor olan biteni. Söylemesi bize zül, ama AK Parti iktidarı döneminde, öküz ölüp de Cemaat’le ortaklık bozulana kadar el üstünde tutulan, iktidar mensuplarının ve onların medyadaki kalemlerinin ağızlarının içine baktığı Ali Fuat Yılmazer ve Ramazan Akyürek’in Dink cinayetindeki sorumluluğuna dair haberler Agos’un arşivinde, yıllardır duruyor. Agos, Akyürek, Yılmazer ve benzerlerinin cinayete ilişkin sorumluluklarını, birini diğerinden ayırmadan, bir zamanlar haftalık brifingler verdikleri, birlikte hareket ettikleri hükümetle kavgalı olunca değil, çok daha önceden, sayfalarına, hatta manşetlerine konu etti.
Yazıdan öğreniyoruz ki, Hilal Kaplan, “Geziciler, 19 Ocak’ları Hrant Dink gibi tüm Türkiye’yi kucaklayan bir biçimden çıkardığı için” son iki yıl dışında tüm 19 Ocak’larda Agos’un önündeymiş. Ben, sekiz yıldır 19 Ocak anmalarında taşınan pankartlarda, atılan sloganlarda belirgin bir değişim gözlemlemedim. Son iki yıldır farkı yaratan, 19 Ocak’larda Gezi Parkı’nı yüzlerce polis ve onlarca tomayla ‘korumaya’ alan hükümet ve yarattığı iklimdi. Demek Hilal Hanım son iki yılda bundan başka bir değişim de görmüş ve anma toplantılarına katılmamış. Bu değişim, kanımca, anma gününün içeriğinden değil, Hilal Hanım’ın, Türkiye meselelerine vicdanı ve aklı doğrultusunda yaklaşmaya çalışan bir Müslüman mütefekkir olma yolundan dönüp, her hal ve şartta Tayyip Erdoğan iktidarını savunmayı amentü belleyen bir köşe sahibine dönüşmesinden kaynaklanıyor.
Hrant’ın Arkadaşları grubunun “Dar bir sol çevreye hapsolmaması için çeşitli girişimlerde” bulunan, ancak oradakiler, herhalde kalın kafalılıklarından bunu anlayamadığı için, “Baktım olmuyor ‘bizim mahalle’den yazarlarla Adalet Talebimiz Var inisiyatifini başlattım” diyen Hilal Kaplan, bugün kavgalı olunan Cemaat’ten isimlerin de yer aldığı Adalet Talebimiz Var inisiyatifinin, Dink davası çevresinde “Tüm Türkiye’yi kucaklayan” bir farkındalık yaratmayı başarıp başarmadığı konusunda bizleri aydınlatmamış. Bu inisiyatif mesela, “Dar bir sol çerçeveye hapsolan” mevcut Hrant Dink anmalarına alternatif bir anma mı düzenlemiş, bu davada adaletin gelmesi için akılda kalıcı, etkili bir kampanya mı başlatmış, bunları bilmiyoruz. Kaplan’ın başlattığı inisiyatif, elde ettiği başarılarla tüm Türkiye’yi kucaklayabilmiş de, Dink davasında adaletin gelmemesinin sebebinin Hrant’ın Arkadaşları’nın solculuğu olduğu böylece ortaya çıkmış mı, bunu da yazıdan öğrenemiyoruz maalesef.
Hilal Kaplan, “Agos, Dink cinayeti davasında nihayet kamu görevlilerinin soruşturulduğu ve dolayısıyla en hızlı ilerlemenin sağlandığı şu son bir yıl içinde, iki manşet üst üste en sert muhalefetini yapıyorsa, tekrar durup düşünmeli diye inanıyorum” diye yazmış. Durup düşünüyoruz ve bir türlü, “Bu dava paralele sığmaz” manşetinin neresinin sert olduğunu bir türlü anlayamıyoruz? Anladığımız, bizlerin aksine Hilal Kaplan’ın bu davanın Paralel’e sığacağını düşündüğü… Bu durumda, Kaplan, Veli Küçük’lerin, Kerinçsiz’lerin, Tekin’lerin, Öz’lerin, Güler’lerin, Cerrah’ların, Dink’i Valilik’te tehdit eden MİT’çilerin, ona Agos’un önünde “Artık hedefimizsin!” diye bağıran ülkücülerin ya tümden masum ya da tümden Paralel’ci olduğuna inanıyor demektir. Söylemeye bile gerek yok ama her iki ihtimal de bir akıl veya ahlak sefaletine işaret eder.
Son olarak, Hilal Kaplan, “Agos, Hrant Dink’in bu ülkeye en anlamlı emanetidir” demiş. Bakın, burada hemfikiriz. Zaten biz de bu yüzden, önümüze gerçek diye konan her şeye inanmıyor, titizleniyor, inatçılık ediyor, birilerinin pek de hoşuna gitmeyecek türden şeyler yazıp çiziyoruz. Dün öyleydi, bugün de öyle… Yarın da öyle olacaktır.
"Bu dava ‘paralel’e sığmaz”dan rahatsız olanlara' yazısını okumak için tklayınız.