Zaman yazarı Joost Lagendijk, soykırımın 100. Yılında Türkiye’nin politikasından bahsederken, Taner Akçam’ın Türkiye’deki okul kitaplarını incelediği yazısını bir kere daha okumak gerektiğini belirtiyor.
Lagendijk, 7 Ocak’ta Zaman’da yayımlanan ‘Mahçupyan, ulusal güvenliğe tehdit mi?’ başlıklı yazısında, dönemin başbakanı Erdoğan’ın ’24 Nisan Taziye’ mesajıyla başlayan süreçte Türkiye’nin ‘meseleyi yapıcı ve müşfik bir şekilde ele alması gerektiğini anladığını’ göstermesi gerekeceğini belirtiyor.
Fakat Lagendijk, Taner Akçam’ın köşe yazılarında bahsettiği gibi, okul kitaplarının bambaşka bir tablo çizdiğini vurguluyor: “Akçam, kitaplarda Ermenileri esas saldırganlar, Türkleri masum kurbanlar olarak gösteren bir tablo çizmek amacıyla, nasıl apaçık yanlışlara ve uydurmalara başvurulduğuna dair çok sayıda örneği aktarıyor. Bu meseleye dair koca bir külliyat varken, tarihin hâlâ katliamları meşrulaştırmak üzere çarpıtılıyor ve manipüle ediliyor olması gerçekten inanılmaz. Akçam’ın vardığı sonuç net: “Yeni Türkiye’de yeni bir şey yok. Bu hususta her şey on yıllardır devam eden şeyin tekrarından ibaret.”
Yazının tamamı şöyle:
Türkiye’nin hoşuna gitse de gitmese de 2015, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olan bu ülkenin, bir kez daha, fakat bu defa öncekinden daha oturaklı bir şekilde şu soruyla karşı karşıya geleceği bir yıl olacak: Türkiye, 1915’te Osmanlı Ermenilerine yapılan mezalime nasıl bakıyor?
Dünyanın geri kalanı, küresel kamuoyunun vicdanında destek kazanmış olan ve Türkiye’nin ikna edici bir cevap ortaya koyma görevi olduğunu düşünen dünyanın dört bir yanındaki Ermenilerin soykırım iddialarıyla Türkiye’nin nasıl iştigal ettiğini izliyor olacak. 100 yıllık inkârın ve bu konuyu yeniden tanımlama yönündeki başarısız çabaların ardından, Türkiye’nin, bunun en azından çözülmemiş bir sorun olduğunu ve meseleyi yapıcı ve müşfik bir şekilde ele alması gerektiğini anladığını göstermesi gerekecek.
Çoğu kişi, Türkiye’nin, geçen yıl, dönemin başbakanı Erdoğan’ın 1915’teki Ermeni kayıplarından dolayı taziyelerini sunarken takındığı tavrı devam ettireceğini umuyor. Bu tarihi bir ilkti ve dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun konuşmalarına da bakıldığında, hem bugüne etki etmeyi sürdüren geçmişe dair anlaşmazlıkları hem de hâlihazırda donmuş durumdaki Ermeni-Türk ilişkilerini ele alma yönünde bir gönüllülük olduğuna işaret ediyor gibiydi.
Bugünden 24 Nisan’a uzanan süreçte, Türkiye’nin yüzüncü yıldönümü günü gelene dek ve o gün geldiğinde ne yapmayı planladığına dair pek çok spekülasyon duyacağımızdan eminim. İyi tanınan Ermeni asıllı Türkiyelilerden, Başbakan Davutoğlu’nun başdanışmanı Etyen Mahçupyan’ın bu süreçte olumlu bir rol oynayabileceği yönündeki beklentiler yüksek
Arka plandaki bu ihtiyatlı iyimserliğe karşın, Türkiye’deki ders kitaplarına ve bu kitapların Ermeni soykırımını ele alış şekillerine dair geçenlerde okuduğum bir yazı, kat edilmesi gereken mesafe konusunda alarm verici bir uyarı niteliğindeydi. 1915’teki korkunç olaylara dair çok sayıda Türk’ün gözlerini açmış olan ve hâlihazırda ABD’de çalışan Türk tarihçi Taner Akçam, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanıp onaylanan ve günümüzde Türk okullarında kullanılan tarih kitaplarına yakından bakıyor. Vardığı sonuçlar hem şoke edici hem üzücü.
Akçam, kitaplarda Ermenileri esas saldırganlar, Türkleri masum kurbanlar olarak gösteren bir tablo çizmek amacıyla, nasıl apaçık yanlışlara ve uydurmalara başvurulduğuna dair çok sayıda örneği aktarıyor. Bu meseleye dair koca bir külliyat varken, tarihin hâlâ katliamları meşrulaştırmak üzere çarpıtılıyor ve manipüle ediliyor olması gerçekten inanılmaz. Akçam’ın vardığı sonuç net: “Yeni Türkiye’de yeni bir şey yok. Bu hususta her şey on yıllardır devam eden şeyin tekrarından ibaret.”
Bu tarihsel tahrifatların ötesinde, en üzüntü verici olan, bugün Türkiye’de ve ülke dışında yaşayan Ermenilerin, ulusal güvenliğe en büyük tehditlerden biri olarak gösteriliyor olmaları. Türk tarih kitapları bütün Ermenilerin düşman olduğu mesajlarıyla dolu. Akçam, şunları yazıyor: “Diyasporayı ve Ermenistan’daki Ermenileri bir an için kenara koysak bile, hükümetin kendi vatandaşlarının bir kesimini ve onların sorunlarını ulusal güvenliğe tehdit olarak algıladığı ve tüm vatandaşlarını bu kesime karşı düşmanlık beslemeleri yönünde eğittiği açık.”
Bir yandan öğrencilere Ermeniler hakkında bu şekilde telkinde bulunulup, diğer yandan bu grubun en görünür temsilcisi olan Etyen Mahçupyan’ın başbakanın baş danışmanlığına getirildiği bir ülke daha ne kadar şizofrenik olabilir?
Akçam, makalesinin sonunda okuyucularına, benim de cansiparane destek vermek istediğim, neredeyse ümitsiz bir çağrıda bulunuyor: “Türk hükümeti, kendisinin ilişkileri onarma niyetinde olduğu ve Ermenilerin sürekli geri durduğu vb. iddialarıyla sis perdeleri oluşturacak. Anlaşmaya varmak ve çözümler bulmaktan yana olan tarafın kendisi olduğu izlenimini yaratmaya çalışacak. Lütfen her fırsatta bu ders kitaplarını doğruca önlerine koyun ve eğer bu konuda dürüst olmak istiyorlarsa önce mevzu bahis kitapları tedavülden kaldırmaları gerektiğini belirtin.”