Orta Yeri Sinema'da bu hafta ‘Uyuyana Kadar’ (Rowan Joffe) var.
Yılın ilk haftası gösterime giren filmler arasında heyecan uyandıracak pek bir şey yok. Başrollerinde Nicole Kidman ve Colin Firth’ün oynadığı ‘50 İlk Öpücük’ ile ‘Memento’ arasında bir senaryoya sahip klasik bir gerilim olan ‘Uyuyana Kadar’, vasatlar arasında bir adım öne çıkar gibi. Kidman’ın canlandırdığı Christine, 40’lı yaşlarının başında bir kadın, ancak 20’lerinden beri olup biten hiçbir şeyi hatırlayamıyor. Her sabah yanında gözlerini dehşetle açtığı kocası Ben, onu Adam Sandler’ın ‘50 İlk Öpücük’ün sonunda yaptığı gibi, aile albümünden fotoğraflarla gerçeğe hazırlamaya çalışıyor. Ancak ‘50 İlk Öpücük’ün karanlık ve ıssız bir paralel evrendeki karşılığı olan hikâyemizde, her öpücüğün ilk öpücük gibi olmasının verdiği sonsuz neşe, yerini hiçbir adımdan asla emin olamayacak olmanın tekinsizliğine bırakıyor. Christine’in kocası iyi birine benziyor benzemesine ama saklamayı seçtiği gerçekler haklı bir güvensizliğe engel olamıyor. İşin içine Christine’i kurtarmaya çalıştığını söyleyip duran ama yine hakikatin tamamını paylaştığından emin olamadığımız Dr. Nash girince, olaylar eli yüzü düzgün bir postmodern gerilimin gerektirdiği kıvamı buluyor.
Kabaca ‘kimin ne olduğunun hiç de belli olmadığı bir dünyada hangi yakışıklı erkeğe güvenmesi gerektiğini anlayıp hayatta kalmaya çalışan yarım akıllı bir sarışının maceraları’ diye özetlenebilecek ‘Uyuyana Kadar’da ‘50 İlk Öpücük’ün ışıltısı da, ‘Memento’nun gösterişçi zekâsı da yok. Ama bu haliyle bizim memleketin kumaşına ve 2015’in ilk filmlerinden olmaya daha çok yakıştığı bir gerçek. Christine’in karşı karşıya kaldığı, iyi niyetli bir koca, şehvetli bir âşık ve duygularını işine karıştırmadan edemeyen bir doktordan oluşan bu üçgende, bir süre sonra aslında kimin koca, kimin âşık olduğundan bile emin olamadığımızı anlıyoruz. Eğretilemenin doğrudanlığını bağışlayın; 2014 birbirinden erkek (ve maalesef hiçbiri Colin Firth gibi yakışıklı olmayan) üç odak arasında şaşkınlığımızın en çok ayyuka çıktığı, memleket olarak toptan AKP-Cemaat-Kemalizm üçgeninde bir ona bir diğerine sarılıp ürkek gözlerle oradan oraya kaçışan yarım akıllı bir kadına döndüğümüz yıl oldu. Hafızasızlığımızın arkasında bir kaza mı, kafamıza yediğimiz sert bir cisim mi var (spoiler vermeyelim, ama belki bir şampanya şişesi?), bilemiyor gibiyiz. Bana öyle geliyor ki nedeni daha ziyade, çözümü ha bire güvenilir bir erkeğin iki dudağı arasında arayan fıtratımız. Christine kurtuluşu bir dördüncü erkekte, annesinin yokluğunda serpilip kendisi de yakışıklı bir erkeğe dönen oğlunda buluyor. Eh, bu da bir şey. Bize gelince, gözlerimizi bir hastanenin nöroşirurji servisinde açmadığımızı fark edip, aklımızı başımıza devşirmenin ve Allah’a şükür bütün melekelerimiz yerindeyken hatırlamaya başlamanın zamanı geldi, geçiyor.