18. Adana Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz Güney anısına verilen özel ödül dahil olmak üzere beş ödül alan ‘Gelecek Uzun Sürer’ 11 Kasım Cuma günü gösterime giriyor.
LORA BAYTAR
lora@agos.com.tr
Filmde İstanbul’da bir üniversitede müzik araştırmaları yapan Sumru, ağıt derlemeleri ile ilgili tez çalışması için birkaç aylığına Güneydoğuya doğru yolculuğa çıkar. Sumru’nun Diyarbakır’da tek başına kalmış yıkık dökük kilisenin bekçisi olan Antranik Amca’yla ve bölgede sürmekte olan ‘adı konulmamış savaşa’ tanıklık eden pek çok kişiyle yolunun kesişmesi, onu kaçınılmaz bir şekilde değiştirecektir. Sumru, üç ay boyunca kaldığı Diyarbakır’da peşinde olduğu ağıtların hikâyelerini ararken, kendi ertelediği acısıyla da yüzleşir.
Sumru’yu canlandıran Gaye Gürsel ve Diyarbakır’ın son Ermeni’si olarak tanınan Antranik (Anto) Dayı’yı canlandıran Sarkis Seropyan’la görüştük.
• Sizi yıllar önce ‘Haziran Gecesi’ adlı dizide ufak bir rolle tanımıştık. Şimdi bambaşka bir rolde karşımıza çıkıyorsunuz. Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Bugüne kadar neler yaptınız?
İstanbul Üniversitesi İşletme mezunuyum, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde eğitim aldım. Haziran Gecesi’nden sonra birkaç dizide daha rol aldım. ‘Kaybolan Yıllar’, ‘Elif Makber’ diye... Onun dışında ‘Dersimiz Atatürk’ filminde de ufak bir rolüm vardı. Televizyon dışında Kozmos Alfabeler isimli bir tiyatro grubumuz var orada da ufak bir oyun çıkartıyorum. Ama iki yıldır televizyonda yokum.
• Role nasıl hazırlandınız?
Birkaç ay süren bir hazırlık süreciydi. Hemşince çalıştık, Özcan’la Artvin’e gittik. Karakter hakkında çok konuştuk, kitaplar okudum, film seyrettim. Özcan’ın tavsiyesiyle okuduğum John Berger’in bir kitabı vardı A’dan X’e Mektuplar diye. Oradan hareketle günlük tutar gibi Harun gittikten sonra ona mektuplar yazmaya başladım. O bana çok yardımcı oldu. Karakterin geçmişini çok somutlaştırdı benim için. Duygularını ve güdülerini temellere oturttu. O mektuplar çok iyi geldi. Sonra Durukan’la Diyarbakır’a gittik, orada provalar yaptık. Sonra çekim için tekrar gittik. Çok müzik dinledim. Filmin çekim aralarında bile film izledim.
• Sumru filmde meseleye biraz mesafeli bir karakter. Tam olarak içinde değil konunun. Gaye’nin meseleye mesafesi nedir?
Sumru da olanlara çok uzak bir kız değil aslında. O zaten Türkiye’de yaşayan bir vatandaş, ben de öyle, az çok fikrimiz var; çünkü televizyondan, haberlerden duyuyoruz. Ayrıca yakından biri, sizin sevdiğiniz biri, bu kadar, yani dağa çıkacak kadar işin içerisindeyse siz de bilgilisinizdir kaçınılmaz olarak. Sumru oraya gidince bazı şeylerle yüzleşiyor...
İnsanlarla birebir temas ettiğin zaman her şey çok daha farklı oluyor, acısını hissetmeye başlıyorsun. Öbür türlü daha uzaktan dinliyorsun. Bizim belki şu anda olduğu gibi. Kişisel olarak gazetelerden okuyordum, programları dinliyordum. Herkes kadar fikir sahibiydim. Ama bu rol gelince kitaplar okudum, daha çok araştırma yaptım, daha derinliğine girdim konunun. Fakat bütün bunlara rağmen, oraya gidip, orada yaşayan insanlarla konuşup onların acılarını ve hikâyelerini dinlemek, okumaktan bambaşka bir etki yaratıyor. Ne kadar bilsek de yüzleşmek ayrı bir şey.
• Filmden sonra bakış açınızda neler değişti? Filmin sizdeki etkisi oldu mu?
Muhakkak oldu; özellikle bilmek ve uygulamak arasındaki aşamalarda oldu. Benim için bir ayırım yok, insanlar var sadece ve ayrımlar bizim bilincimizde. O yüzden kişisel sorumluluğumuzu almamız gerektiğinin altını kalınca çizdim. Çözümün parçası olmak istiyorsak, çözümün içinde olmalıyız; yani değişimin içinde olmak istiyorsak biz de değişmeliyiz.
Hepimiz eşitiz. İnsan ayrımına, ırk, din, dil ayrımına inanmıyorum. Hepimiz insanız, hepimiz aynı şeyleri hakediyoruz. O yüzden, olan bitenin ne kadar büyük acılara sebep olduğunu ancak yaşayınca fark ediyoruz.
Bir şeyi bilirsiniz konuşursunuz, derinliğine tartışırsınız ama bir şeyi hissedip, yaşayıp, anlayıp idrak edip bundan bir ders çıkartıp o dersi de hayatınızın her alanında uygulamak başkadır. Bende öyle bir hızlandırma yaptı. Bilmediğimiz şeyler değil bunlar, ama sorumluluğumuzu fark edip bu beraberliği biz yaratacağız. Yani devlet bir şey yapsın, önümüze gelsin değil. Biz de bir çok şey yaratacağız. Kendi sorumluluğumuzu almak gerektiğini çok daha net gördüm ve kendi adıma o aşamaları kat ettim. Her alanda. Sırf bir meseleyle ilgili değil. O yüzden bu filmde olmaktan da memnunum.
• Çekimler nasıldı?
Sette Hemşince-Ermenice, Kürtçe konuşuluyordu, ses ekibimiz İran’dan geldiği için onlar kendi aralarında Farsça konuşuyordu, onlarla anlaşabilmek için İngilizce konuşuyorduk. Dört dil vardı filmde. Yaşar Kemal’in ‘Binbir Çiçekli Bahçe’ kitabındaki gibiydi. Hepimiz bir amaç için odaklanmışız, güzel bir birliktelikti.
Sarkis Seropyan filmde Diyarbakır’ın son Ermenisi Antranik Amca’yı (Anto Dayı) canlandırıyor
‘Yabancısı değildim ama biraz daha aşinası oldum’
• Ermeni kilisesi filmin neresinde duruyor? Neden filmin içerisinde Ermeniler de var?
Filmde, Kürt kesiminin daha taze kayıpları öne çıkarıldı. Ermeni kayıpları daha eskiden olmuştu ve Anto dayı Diyarbakır’da kalanların sonuncusu gibi gösteriliyordu. Onun için vardı Ermeniler filmin içinde. Ermenilerin çektiği acıları daha sonra Kürtler çekti. Bundan bir ders çıkartmak mümkün. Bu zaten görülüyor ve konuşuluyor ama filmde bunu da hatırlatmak, altı çizilmek isteniyor. Bunlar daha önce de yaşanmıştı. Bu yüzden Ermeniler burayı terk etmişti, son kalan Ermeni de Anto Dayı’ydı. Ne yazık ki, Anto Dayı akli melekelerini yitirmiş olarak Ermeni hastanesinde yaşıyor.
• Özcan, Anto Dayı’yı tanır mıydı?
Diyarbakır’da yaşlı insanların belleğinde Anto Dayı, Anton Amca olarak hâlâ yerini koruyor. Diyarbakır’da kiliseye ayak bastınız mı mutlaka biri size Anto Dayı’yı anlatır. Duymuş olmalıydı ama senaryodan sonra bir gezi video kaydını izleyip daha iyi tanıdı. O videoda Anto Dayı bize kilisenin kilitli kapısını açıyor ve izahat veriyordu. Anto Dayı’nın oradaki kıyafetinin aynısını giydirdi filmde bana. Hırka ve aynı renk gömlek...
• Hiç sinema deneyiminiz olmamasına rağmen bu rolü oynamayı nasıl kabul ettiniz?
Özcan’ın istediği Anto dayı’yı oynamaktan ziyade benim kendimi oynamamdı. Çünkü ben Anto Dayı’yı oynasaydım belki de çok başarısız olacaktım. Çünkü benim diğer arkadaşlarımın aksine hiç tiyatro deneyimim ve kabiliyetim yoktu. Okul müsamerelerinde tiyatro koluna seçilirdim ama dekorları taşımaktan öte gidemezdim. Başrol verirler, başarısız oldum diye değiştirirlerdi; çünkü iyi rol yapamazdım. Özcanı çok sevdiğim ve çalışmalarında yardımcı olabilirim diye razı oldum, Özcan’ın istediği benim Anto Dayı rolü yapmamdan öte kendi kendimi oynamamdı. Havaya gireyim diye beni bir gece kilisede yatırmaya bile kalkıştı. Türkçe söylemem gereken bir cümleyi yanılıp Ermenice söylediğimde, “Böyle daha iyi oldu” deyip öyle bıraktı.
• Filmden sonra bir şey değişti mi sizin için?
Diyarbakır’ı değil ama Suriçi’ni çok iyi biliyorum. Yeni Diyarbakır’ı bilmiyorum. Benim için Diyarbakır, Suriçi’nde, kiliselerin olduğu, küçelerin, dar sokakların olduğu Gâvur Mahallesi dedikleri, Keldanilerin, Ermenilerin, Süryanilerin, Yahudilerin yaşadığı, Abdullah Demirbaş’ın belediye başkanlığı yaptığı yer. O şehrin yabancısı değildim ama biraz daha aşinası oldum. Yankesicilerine varana kadar. Hatta o elini cebimde yakaladığım yankesiciyi bile bazen özlüyorum.
• Diyarbakır’da yaşananların anlamı filmden sonra farklılaştı mı sizin için?
Yeni yaşananları konuşmak çok tehlikeli, KCK’ya girebilir... Ancak yurdunu sevmek günah sayılmamalı. Bu insanlar yurtlarını seviyorlar, bunun için yaşamlarından