Hrant Dink Cinayeti davasında kimi gelişmeler yaşanıyor. Dönemin yetkililerinin ifadeleri alınıyor, ortaya kimi yeni bilgi kırıntıları saçılıyor, gidişatı etkileyecek ifadeler veriliyor vs. Asıl meseleye geçmeden, kısaca bir özet geçmekte fayda var. 30 Ekim’deki duruşmada mahkeme Yargıtay’ın bozma kararına uydu ve Ogün Samast davasının ana davayla birleştirilmesine karar verdi. Bu önemli bir gelişmeydi. Yaklaşık 10 gün sonra, Anayasa Mahkemesi davada etkili soruşturma yapılmadığı nedeniyle verdiği ‘ihlal’ kararının gerekçesini açıkladı. Mahkeme, “kamu görevlilerinin ifadelerinin halen bağımsız adli birimlerce alınmadığı, olaydaki rollerinin saptanmadığı, soruşturmanın özenle ve hızla yapılmadığı için soruşturmanın bir bütün olarak etkisiz olduğunun kabul edilmesi gerektiği”ni açıkladı.
Birkaç gün sonra İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde görevli kamu görevlilerinin (Celalettin Cerrah, A. İlhan Güler vd) ifade vermeleri için çağrı yaptı. Bu isimlerle ilgili takipsizlik kararı mahkemece reddedilmişti. 5 Aralık’ta ise ‘Dinleme Operasyonu’ çerçevesinde zaten tutuklu bulunan, dönemin Emniyet İstihbarat şeflerinden Ali Fuat Yılmazer’in, şüpheli sıfatıyla, beş saat süren bir ifade verdiği ortaya çıktı. Aynı tarihte o dönem İstanbul Emniyet Müdürlüğü istihbarat C Şube Müdürlüğü’nde görevli olan polis memuru Volkan Altunbulak’ın ifadesinin ayrıntıları da ortaya çıktı. Aşırı sağ faaliyetleri izleyen şubede görevli olan Altunbulak’ın verdiği ifadeye göre, İstanbul polisi Yasin Hayal’i 2004 yılında Mc Donald’s bombalaması nedeniyle İstanbul’da takip etmişti. Yani Hayal, İstanbul polisi için gayet tanıdık bir isimdi.
9 Aralık’ta Trabzon’daki kamu görevlileri de ifadeye çağrıldı. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, çağrılmış olmasına rağmen hâlâ ifade vermiş değildi o tarihte. Yine 9 Aralık’ta Hrant Dink’i Sabiha Gökçen haberleri nedeniyle valiliğe çağıran dönemin İstanbul Vali Yardımcısı Ergun Güngör, savcılığa, iki saat süren bir ifade verdi. Son olarak, 10 Aralık’ta, tetikçi Ogün Samast’ın 5 Aralık’ta savcılığa verdiği ifadenin detayları basına yansıdı.
Detayları basında ve gazetemizde okuyacaksınız. En ilginç pasajlar, Samast’ın Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer’e ek olarak üçüncü bir yetkilinin varlığından bahsetmesi, kendisini iki kişinin cinayet günü izlediğini ve bu kayıtların silinen Akbank kamerası kayıtlarında olması gerektiğini söylemesi ve kendisinin de içinde bulunduğu cinayet şebekesi ile Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer gibi isimler arasında organik bir bağ olduğu manasına gelecek sözler söylemesi.
Şimdi. Çıplak gözle baktığımızda, şu ayan beyan ortada: AKP’nin Gülen Cemaati’ne karşı yürüttüğü savaşa paralel olarak bu davanın da Cemaat’in üzerine yıkılmaya çalışılması gibi bir süreçle karşı karşıyayız. Bunun ipuçları zaten uzun süredir verilmekteydi; davayı böyle bir siyasi hesaplaşmaya kurban etmenin kabul edilemez olduğunu da bu sütunlarda defalarca yazdım, yazdık. Her seferinde şu notu da düştüm, düştük: Bu, Cemaat’e yakın polis şeflerinin bu cinayette önemli bir rol oynamadığı anlamına gelmez. Dava dosyası, başta Akyürek olmak üzere, Trabzon, Ankara ve İstanbul’daki istihbarat ekibinin bu cinayette önemli rol oynadıklarını göstermektedir.
Ancak, defalarca söylediğimiz gibi, tablo bundan ibaret değildir. Devletin tüm kanatlarıyla işin içinde olduğu bir cinayetten bahsediyoruz.
Bu manzara içinde şu soruyu kendimize sormalıyız: Ogün Samast niçin şimdi ifade vermiştir? Kendi beyanına bakılırsa, daha önce bu ifadeyi vermeye korkmuş, gazetelerden Ali Fuat Yılmazer’in tutuklu olduğunu görünce ifade vermeye karar vermiş.
Beri yandan şunu da düşünmek mümkün elbette: Samast’a tam da ‘şimdi’ konuşması telkin edilmiş ve bu ifadenin karşılığında bir şeyler teklif edilmiş olabilir. Bizim tanıdığımız devlet, bunu yapar. (Hatırlayalım, Ogün Samast’ın bir de 2011 yılında verdiği ifade var. Samast orada daha çok Hürriyet, Vatan gibi gazetelerin manşetlerini ve Emin Çölaşan’ın yazılarını işaret ediyor. Ne ilginç, değil mi?)
Bütün bunlar bizi şöyle bir noktaya getirmemeli elbette. Samast değişen siyasi dengelere göre ifade verdiğine göre, söyledikleri çarpıtmadır. Meseleye toptan böyle yaklaşmak da doğru değil. Söyledikleri belki de doğrudur. Bilemeyiz. Mevcut durumda yapabileceğimiz tek şey, olup bitende siyasi hesaplaşmanın rolünü iyi tartmak ve gelişmelere, hele ki iktidarın pek bir işine yarıyorsa, mesafeyle yaklaşmaktır. Ve bütün bunların tek bir ana davada, adil bir mahkeme tarafından hakkınca sorgulanmasını talep etmektir.
Unutmamak gerekir ki, Samast’ın şu son ifadelerini dokuz sütuna manşetlere çeken AKP medyası, birkaç yıl öncesine kadar Cemaat’e toz kondurmuyordu ve cinayetten Ergenekon çetesinin sorumlu olduğunu yazıyordu. (Bu son gelişmeler üzerine Ümit Kıvanç’ın ‘Cinayeti Cemaat’e yıkma tezgâhı’ başlıklı makalesini de atlamayın derim)
Velhasıl; Hrant Dink Cinayeti Davası’nın siyasi bir hesaplaşmaya kurban gitme ihtimali vardır ve güçlüdür. Bu davanın adil bir biçimde sonuçlanmasını ve devletin hesap vermesini isteyen her kesim, bu ihtimale ve gidişata karşı dikkatli olmalıdır. Çünkü şöyle bir seçeneği sindirebilen bir ülkede yaşamak, herhalde çok zor olacaktır: AKP ile Cemaat’in arası gayet güzelken, istedikleri her şey verilirken, Cemaat’in bu cinayetteki rolü bilinirken, bir gün geliyor, Cemaat devletten daha fazla pay istiyor, Erdoğan buna sinirleniyor, Cemaat için kritik önemdeki dershaneleri kapatmaya karar veriyor, bunun üzerine Cemaat elinde tuttuğu yolsuzluk dosyalarını faş ediyor, bu dosyaların açığa çıkmasıyla perde önünde bu işten sağ salim çıkmış gibi görünmesine rağmen hayli derin bir yara alan hükümet de Hrant Dink Cinayeti’nin Cemaat’e yıkılması için harekete geçiyor. Yani, bu cinayet davasının bu şekilde çözülmesi yoluna gidilmesinin arkasında AKP’nin mevcut ve muhtemel yolsuzluk dosyaları yatıyor.
Bu ülke bu davayı böyle mi çözecek, yoksa başka bir şekilde mi? Bu, çok hayati bir soru.