Sejal Parmar, ifade özgürlüğü konusunda çalışan uluslararası Article 19 kuruluşunun avukatlarından ve Queen Mary Üniversitesi öğretim görevlisi. 21 ve 22 Mart’ta Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği Nefret Söylemi Konferansı’na konuk olarak katılan, Bilgi ve Kadir Has Üniversitelerinde birer konuşma yapan Parmar, dünyanın sıcak bölgelerinde yaşanan gelişmeleri de yakından takip ediyor.
BERİL ESKİ
berileski@agos.com.tr
• İfade özgürlüğü neden önemli?
İfade özgürlüğü mutlak ve bir yandan da tartışmaya açık bir hak, aynı zamanda eşitlik ilkesinin en önemli konusu. Bunu özellikle nefret söylemi gibi eşitliği zedeleyen sorunlarda görüyoruz ve nasıl kısıtlanması gerektiğini tartışıyoruz. Eşitlik tanınmadan, ifade özgürlüğü tanınamaz. Çoğu zaman eşitlik ve ifade özgürlüğü birbiriyle uyumludur. İnsan hakları hukuku sadece devletlerin değil, aynı zamanda resmi olmayan aktörlerin de sorumluluğundadır, özellikle de medyanın.
SEJAL PARMAR KİMDİR |
İngiltere’nin South Wales şehrinde doğdu. Hint kökenli ailesi 20. yüzyılın başlarında Doğu Afrika’ya göç etmiş ve oradan da İngiltere’ye yerleşmişti. Kozmopolit Londra’da, küçüklüğünden itibaren etnisite ve kültürel diyalog konularına merak saldı. Üniversitede hukuk okurken, uluslararası adalet konusuyla ilgilenmeye başladı. Uluslararası insan hakları hukukunun uygulaması ile ilgilendi. Uluslararası Gey ve Lezbiyenler Kuruluşu’nda ve Washington’daki Robert Kennedy Vakfı’nda çalıştım. Londra’daki Doughty Street Chambers’da çalışırken, asıl yapmak istediği şeyin yerel uluslararası politikayı etkileyebilecek çalışmalar olduğuna karar verdi. Son dört yıldır, ifade özgürlüğü konusunda çalışan Article 19 adlı kuruluşta çalışıyor. |
• Medya ve sıradan insanlar için ifade özgürlüğünün kısıtlanması farklı koşullara tabidir diyebilir miyiz?
Evet, insanların masa etrafında konuştuklarına bir yaptırım uygulayamayız ama medyanın etik ve sosyal bir sorumluluğu var.
• Peki, medyayı bu etik sorumluluğa uymaya zorlayabilir miyiz?
AB üyesi olan dokuz ülkeden gazetecileri bir araya getirdiğimiz Etik Gazetecilik Projesi’nde yer almıştım. Projede tam da bu soruyu soruyorduk. Aslında devletin yayın organlarına uygulanan hukuki yaptırımlar var, özellikle de çeşitlilik ve çoğulculuk konularında. Ama ana akım medyada etik ve sosyal bir sorumluluk sağlamanın tek yolu kendi düzenlemelerini yapmalarını teşvik etmek. Çalıştığımız projede, Slovenya, Yunanistan, İtalya gibi ülkeler vardı ve farklı ülkelerin çok farklı alanlarda sorunlar yaşadığını gördük.
• Ne gibi?
Örneğin Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan en büyük sorun Çingenelere bakış açısı konusuydu. Medya organlarına Çingeneler hakkında adil ve etik bir şekilde haber yapmaları konusunda konuşmak çok zordu. Çünkü çok az sayıda azınlıkları temsil eden yayın organı var, basın çok basmakalıp haber hazırlıyor, en ilerici gazeteciler bile Çingenelere mesafe ile yaklaşıyorlar. Biliyorum ki Türkiye’de de Kürtler ve azınlık grupları medya nedeniyle acı çekiyorlar. Ve medyanın çok büyük bir etkisi var. Article 19 olarak bizim görevimiz, buna bir dur demek, insan hakları sorumluluklarını sadece devletlere değil, medya gibi etkili aktörlere de hissettirmek.
• Avrupa’da yükselen milliyetçilik hakkında ne düşünüyorsunuz? Geçen hafta Fransa’da 4 Yahudi öldürüldü, daha önce Almanya’da Türklere yönelik Neo-Nazi cinayetler işlenmişti. Geçen sene Norveç’te Müslümanlara yönelik nef-ret katliamı oldu...
Avrupa, çok uzun süredir var olan bir milliyetçilikle yüzleşiyor. Bu tehdit çok uzun süredir Avrupa’da dolaşıyordu. Bu yaşananlar yabancı düşmanlığı ve ırkçılık sebebiyle gerçekleşti. Tıpkı demokrasi gibi, zenofobi, ırkçılık ve milliyetçiliğin de kökleri Avrupa’ya dayanıyor. Eğer Avrupa’da ırkçılık, din ve azınlık nefreti olmasaydı, insan hakları hukuku da doğmazdı. 11 Eylül’den sonra Avrupa’daki hükümetler harekete geçti, terör politikası izlemeye başladılar. Bu politika özellikle Müslümanlar üzerinde büyük baskı yarattı. Uluslararası düzlemde işbirliği zarara uğradı. İslami hükümetler, Avrupa’daki Müslümanlara karşı tutumlardan dolayı endişelendiler. Eski İngiltere başbakanı David Cameron 2010’da “Çokkültürlülük yanlıştır, devletler azınlıkların barınması için çok fazla harcama yapmaktadır” gibi açıklamalarda bulunmuştu. Ben 1990’larda doktora yapıyordum ve o zamanlar çokkültürlülük bir pozitif itici güç gibiydi. Fransa ve Almanya’da yaşananlar, bence, politik belagattan kaynaklanıyor. Üst düzey politikacılar, insan haklarını desteklemek için değil baltalamak için konuşuyorlar. Bence politikacıların bu cinayetlerde rolü var.
• Peki, ABD’de durum nasıl?
ABD’de durum oldukça karışık. Şu anda başkanlık seçim öncesi münazaralar yapılıyor. Adaylardan Rick Santorum, ki kendisi oldukça güçlü bir başkan adayı, gey ve lezbiyenleri, “hayvanlarla çiftleşenlere” (bestiality) benzetti. Öte yandan Dharun Ravi adlı bir öğrenci, arkadaşının eşcinsel ilişkiye girerken görüntülerini Twitter’da paylaştı. Bu çocuklar 18 yaşından küçüklerdi. Özel hayatı ifşa edilen kurban intihar etti. Bu şekilde ifadelerin toplum üzerinde çok büyük etkisi var.
• Birleşmiş Milletlerin ifade özgürlüğüne ilişkin ajandasında neler var?
Geçen yıl, BM için ifade özgürlüğü açısından önemliydi. Çünkü Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’ni yorumlayan yetkili kurum, İnsan Hakları Komitesi, ifade özgürlüğüyle ilgili çok genel bir yorumu kabul etti. Böylelikle birçok şeyi de tanımış oldu. Öncelikle, bilgi edinme hakkı, ifade özgürlüğü kapsamında korunan bir hak olarak tanındı. Devletlerin ifade özgürlüğü mevzuatı çerçevesinde bu hakkı korumaları gerektiğine karar verildi. Diğer bir kazanım ise, bu genel yorumla internetteki sansür tanındı ve internette uygulanan her türlü sansürün, ifade özgürlüğüne ilişkin uluslararası hukuk kriterlerini taşıması gerektiğine karar verildi. Son olarak, çok açık ifadelerle dine hakaret veya kutsal değerlere sövmekle ilgili ya da dini tanım veren her türlü kanunun ifade özgürlüğüne aykırı olduğunu, bu tür ifadelerin sınırını BM Sözleşmesi’nin 20. maddesinin çizdiğini ortaya koydu. Aşağılamaya varan ifadelere bunu düzenleyen kanunlarla yaptırım uygulanacağına karar verdi. Bu son karar, benim ve ‘Article 19’un yoğun baskılarıyla oldu ve bizim için bir zaferdi. Bunlar pozitif değişimler ve en azından hukuki metinler konusunda ileriye gittiğimizi düşünüyorum. Aynı şeyi pratik için söylemek kolay değil.
• Arap Baharı sonrasında bölgede çalışmalarınız oldu mu?
Geçen hafta Tunus’ta bir ofis açtık. Uzun zamandan beri Tunus üzerine yoğun bir şekilde çalışıyorduk. Son birkaç aydır Tunus’ta ve Mısır’da yapılacak yeni anayasanın taslağı için çalışıyoruz. Her iki ülkede de dinin anayasadaki rolü çok tartışmalı. İslam’ın ve İslami yönetimin anayasaya girmesi konusunda büyük bir baskı var. Bazı insanlar model olarak Türkiye’ye atıf yapmak istiyor. Türkiye elbette bir model ama çok karmaşık bir sistemi var ve maalesef çok kusurlu bir model teşkil ediyor. Ama yine de İran’a bakınca çok önemli bir model, Arap Baharı aslında bir ifade özgürlüğü mücadelesini de barındırıyordu. Ama anayasa yapım süreci çok kritik. Örneğin Mısır’da eski anayasada tanınan ifade özgürlüğü, diğer kanunlarla budanmıştı. Biz de bu süreçte elimizden geldiğince etkili olmaya çalışıyoruz. Yeni anayasa süreciyle yakından ilgiliyiz ve ifade özgürlüğünü elimizden geldiğince korumaya çalışıyoruz. İfade özgürlüğünden bahsederken, ülkelerin kültür, din ve millet kavramları ile de bir mücadele yaratıyor. Bizim perspektifimiz, uluslararası hukukun asgari standartları sağladığı yönünde.
• Bu ülkelerde en temel tartışma ne?
Mısır ve Tunus’taki en büyük tartışmalar, dinin nasıl ifade edileceği ve anayasada ne şekilde yer alacağıyla ilgili. Bu ısrar üzerine bizim önerimiz, anayasanın girişinde dine atıf yapılabileceği ama sadece “dini kültür ve mirasa” atıf yapılması gerektiği oldu. Ayrıca direkt olarak belli bir dine atıf yapılmaması gerektiğini belirttik. Bence bu büyük bir talep oldu. Çok yoğun bir mücadele devam ediyor.
• Danimarka’da Hz. Muhammed’in terörist olarak çizildiği karikatürü nasıl değerlendiriyorsunuz? İfade özgürlüğü kapsamında mı yoksa dine hakaret olarak mı ele alıyorsunuz?
İngiltere’deki gazeteler, bu karikatüre erişimleri olduğu halde yayımlamama kararı aldılar. Bu aktivist bir seçimdi. İçerik çok uçuktu. Bu karikatür nedeniyle dünyanın çeşitli yerlerinde insanlar öldürüldü. Bence bu karikatürü çizmek doğru bir seçim değildi ama bu, karikatürün hukuka aykırı olduğu anlamına gelmiyor. Karikatür, ifade özgürlüğü kapsamındaydı ama sorumsuzca ifade edilmişti. Fas’tan iki kişi karikatür hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu ama yargılama alanının dışında kaldıkları gerekçesi ile davaya bakılmadı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin nefret söylemi, soykırımın inkârı gibi konular hakkında açık bir duruşu yok.
• Fransa’daki İnkâr Yasası hakkında ne düşünüyorsunuz?
‘Article 19’ olarak, soykırımın inkârını yasaklayan yasaların ifade özgürlüğü ile bağdaşmadığını düşünüyoruz. 20. maddedeki kısıtlamalara konu olan ifadeler kullanılmadığı sürece, her türlü ifadenin özgür bırakılması gerektiğini düşünüyoruz. Sarkozy çok fazla zorluyor. Bu yasayı onaylamıyoruz ama bunun nedeni, Ermeni Soykırımı’nın yaşanmadığına inanmamız değil. Bu tarz yasalara çok zaman ve enerji harcanıyor, bunu sosyal uyumu sağlamak için de kullanabilirler.
Ruanda’da çok ciddi bir yasa var. 1994’te gerçekleşen soykırım sonrasında ekonomik olarak çok iyi bir yere gelmeyi hedefledi. Bunu da ancak ifade özgürlüğünü kısıtlayarak elde edebileceklerini söylediler. 2008’de “Soykırım İdeoloji Kanunu”nu çıkarttılar. Bu kanun Ruanda Soykırımı’na ilişkin her türlü tartışmayı yasaklıyor ve cezalandırıyor. Bu kanun nedeniyle toplum, psikolojik olarak gerçekten ne olduğunu algılayamıyor. Okula giden çocuklar, gazeteciler, öğretmenler bu kanun nedeniyle cezalandırıldılar. Article 19, böyle bir yasayı asla onaylamıyor. Bu yasalar, ifade özgürlüğünü engellediği gibi sağlıklı bir demokrasinin hayata geçmesine de engel oluyor.
ARTİCLE 19 SALMAN RÜŞDİ’YE DESTEK VERDİ
• Article 19 ne için çalışıyor?
Article 19, yaklaşık 25 yıl önce, sansüre karşı bir organizasyon olarak kuruldu ve adını da İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ifade özgürlüğüne ilişkin 19. maddesinden alıyor. İnsan hakları savunucusu Avukat Kevin Boyle tarafından Londra’da kuruldu. O zamandan beri hızla büyüdük, 55 çalışanımız var, dünyanın pek çok farklı yerinde ofislerimiz var. Kurumumuz hukuki ve politik reformları destekliyor. Bunu sağlamak için çok sayıda avukatımız var. Örneğin geçmişte Salman Rüşdi’nin ifade özgürlüğünün korunması için çalıştık.