İsa Mesih, takipçilerine Matta İncili’nde, “Yeryüzünün tuzu sizsiniz” demişti. En eski çağlardan itibaren, tuz, yiyecekleri dayanıklı kılmak, onları uzun süre saklayabilmek için kullanılan tek maddeydi. İsa Mesih de, kendisine inananların yani iyi Hıristiyanların, tıpkı tuzun yiyecekleri koruduğu gibi, dünyayı temiz tutacağını söylüyordu.
“Ya tuz da kokarsa?” diyen atalarımız, tuzun koruyucu olma özelliğinden yola çıkarak çeşitli metaforlar kullanmışlardı.
Tuz, tarih boyunca hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmuştur. İlk çağlardan beri en kıymetli çeşni malzemesi olarak kullanılmıştır. Antik Çağ’ın en kıymetli ticari ürünlerinden biridir. Ücretini tuz olarak alan savaşçıların bugün hâlâ Batı dillerinde yaşayan uzantıları, asker anlamına gelen Almanca ‘soldat’, İngilizce ‘soldier’ kelimeleridir. Bugün İngilizcede ‘salary’, Fransızcada ise ‘solde’ ücret anlamına geliyor ve her iki kelimenin de kökeni tuza dayanıyor.
Çin’de tuz üretimine ilişkin en eski yazılı kaynak, İ.Ö. 800 yılına aittir. Belgede, Xia Hanedanlığı döneminden bin yıl önceki deniz tuzu üretimi ve ticaretinden söz edilir. Çin yönetimleri yüzyıllarca tuzu, devlet için bir gelir kaynağı olarak görmüşlerdi. Çin’de İ.Ö. 12. yüzyılda tuz vergisinden söz eden metinler bulundu.
Cesaretin simgesi olarak tuz, Sicilya mafyasının mensuplarının masa ayinlerindeki dört kutsal yiyecekten biridir. Diğerleri ise, birliğin simgesi olan ekmek, sessizliğin simgesi sarımsak ve kanı simgeleyen şaraptır.
Aynı zamanda en devrimci yiyecek olarak da nitelendirebiliriz tuzu. Hindistan’ın özgürlük yolculuğu, 1930’da Mahatma Gandhi’nin neredeyse çıplak bir halde Hint Okyanusu’na ulaşmasıyla başladı. Gandhi’nin buraya gitmesinin nedeni, Hintlilerin tuz üretmesini yasaklayan kanuna karşı çıkmasıydı. Yolculuğa bir avuç insanla başlamıştı ama okyanusa ulaştığında devasa bir kalabalıkla beraberdi. Burada deniz suyundan tuz elde ederek, kendi topraklarının nimetlerinden faydalanabileceklerini açıkça ilan etmişti. Tuzun başrolde olduğu bu simgesel yürüyüş, ‘Tuz Yürüyüşü’ olarak adlandırılır. Tuz Yürüyüşü, Hindistan’ı özgürlüğüne kavuşturan ateşin ilk kıvılcımıydı.
Türkiye’de de, uzun yıllar boyunca Tekel olarak bildiğimiz devlet monopolü tuz üretirdi. Zaten Tekel’in tam adı da Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü idi.
İnsan için yaşamsal olan gıda maddesi, aslında, yiyebildiğimiz tek kaya cinsi.
İnsan vücudunda 250 gram tuz bulunuyor. Tuzsuzluk insanda baş ağrısı, sersemlik ve mide bulantısına yol açarken, uzun vadede tuzsuz kalmak ölümcül olabiliyor. Ama çok fazla tuz tüketmenin de, yüksek tansiyon ve kalp-damar hastalıklarıyla ilişkisi olduğunu ortaya koyan pek çok araştırma bulunuyor.
Son yıllarda çok moda olan Himalaya tuzu ya da iri taneli deniz tuzunu, sofralarımızda sıkça görmeye başladık. Deniz tuzu mineral yönünden çok zengin olduğu için yemeklere daha fazla lezzet katıyor.
Himalaya tuzu ise değişik rengi ve tadı nedeniyle en makbul sayılan tuzların başında geliyor. Bu tuzun nasıl üretildiğini anlatan, bir Alman-İsviçre ortak yapımı olan ‘Die Salzmänner von Tibet’ (Tibet’in tuzu, 1997) adlı belgesel izlemeye değerdir. Birkaç çuval tuz için harcanan çabayı, büyük tehlikeyle elde edilen tuzun pazarda ne kadar ucuza alıcı bulup, son tüketiciye fahiş fiyatlardan satılışını gördüğünüzde, pek de tüketmek istemeyebilirsiniz.
‘Şarap taşı’ denen, şarabın içindeki tartarik kristallerden oluşan tuzlar gibi, pek çok tuhaf tuz da görebilirsiniz etrafınızda. Hepsi denemeye değer olsa da, tavsiyem, tuzu da tadında bırakmanız.
Ne diyeyim, sonra tadımız tuzumuz kaçmasın...