Bu hafta feylesof bir havadayım dostlar. Bu keşke romantizmle bağlantılı bir hal olsaydı da, şöyle aşklı meşkli bir yazı döktürseydim, ama hiç öyle değil ne yazık. Ölümlerle bağlantılı bir hal. İnsan ölümleriyle. Zaten böyleydim, adamın biri kızının sevgilisini dövüp, bıçaklayıp, diri diri gömünce, iyiden takıldım. Düşünüp durdum bir süre, neden bu kadar çok insan ölüyor diye. Sonra beni hepten sinir eden soyutluktan çıkıp somut somut bir araştırayım dedim, insanı en çok neler öldürür diye. Bu konuda bir dolu istatistik yapılmış. Kazaları, hastalıkları, doğal afetleri saymazsak, nasıl bir neden kalıyor geriye? Başka bir canlı tarafından öldürülmek...
Şöyle bir baktım, insan öldürebilecek vahşi, zehirli saldırgan hayvanlara falan, sonuçlara pek şaşırdım. Aslan, kaplan, leopar gibi hayvanların öldürdüğü insan sayısı yılda yüzü bulmuyor bile. Su aygırı, fil, bizon gibi iri hayvanlarınki, ortalama iki-üç yüz civarı. Timsah, yılan, akrep, örümcek gibileri, birkaç bin insanın ölümüne neden oluyor. En masumu ise köpekbalığı. Yılda onu geçmiyormuş köpekbalığının öldürdüğü insan sayısı. Bu arada öğrendiğim bir şeye de pek şaşırdım; köpekbalıkları insan etini sevmezlermiş, bilir miydiniz? Ben bilmezdim. Yanlışlıkla ısırdıklarında da tükürürlermiş. İlginç, değil mi?
Daha bir dolu canlıyı kapsayan bu, en çok insan ölümüne neden olan yaratıklar listesinin ikinci sırasında sivrisinek var. Çeçe sineği ve karıncanın da hatırı sayılır sabıka dosyaları var ama en beteri sivrisineğinki. Her yıl bir milyondan fazla insan, sivrisinekler yüzünden ölüyormuş. Tevekkeli değil, rahmetli dedem boyuna “Kızım, büyük olandan değil, küçük olandan korkacaksın” derdi. Listenin en başında, bilin bakalım ne var? İnsan! Yılda 750 bin insa,n başka bir insan tarafından öldürülüyormuş. Bence bu istatistikte toplu katliamlar ve savaşlar da yoktur daha. Pes valla, bu kadarını tahmin etmezdim.
Sonrasında, gayri ihtiyari dolanıverdi dilime ve takıldı kaldı: ‘Homo homini lupus’ Az buçuk mürekkep yalamış birçok insan, insanı tarif etmek için Hobbes’un bu ünlü sözünü kullanır: İnsan, insanın kurdurur. Ona göre, insanlar sürekli olarak birbirlerini kemirerek yok etmeye çalışan yaratıklardır. Kendilerini birbirlerinden korumak için, uzlaşmacı olmaya mecbur kalırlar ve böylece sosyal insana dönüşürler. Hobbes, insanlığa asıllarının ne olduğunu göstererek, olabilecek en uygun siyasal örgütlenme biçimini seçmelerini önerir. İnsanoğlunun başında mutlaka bir devlet olmalıdır, zira devlet, tüm kişisel istekleri frenleyip, kişisel savaşları önleyecek ve güvenli ortamlar oluşturacaktır. İnsan da fert olarak, başka insanlara ihtiyacı olduğunun bilincine varacak ve bu toplu yaşama uyum sağlayacaktır. Böylece, özünde var olan kendini koruma isteği doğada savaşa neden olurken, toplu yaşamda barış getirecektir.
Rousseau da ,insanın doğada özgür ve bağımsız yaşadığında iyi ve ahlaklı bir varlık olduğunu, onu mutsuz edip kötüleştirenin toplumsal yaşam olduğunu söyler. Toplumsal yaşamda, özellikle sahiplenme ve rekabetin neden olduğu bir eşitsizlik vardır. İnsanlar sahip olduklarını korumak adına yasal ve siyasal düzenler oluşturarak devleti yaratırlar. İlkel ve göçebe toplumlarda mülkiyet ve rekabet yoktur. İnsanlar yerleşik düzenlere geçtikten sonra, bu tarz kavramlar devlet ihtiyacını doğurmuştur. Bencillik üzerine kurulmuş devlet düzenleri içinde, erdem sahibi olmak zordur. İnsanlar doğal ortamlarında düşman değiller, savaşlar kişisel ilişkilerden değil, mal mülk, sahiplenme ilişkilerinden doğar. Yani bu yönde düşünülürse, demek ki, yanlış devletleşme eşittir savaş.
Freud’a göre ise, insan iki temel içgüdüyle doğar: cinsellik ve saldırganlık. Bu dürtüler hayvanlarla eşit bir durum yaratır. İnsanın ilkel benliği toplumsal yaşamla baskılanır, paylaşma zorunlu hale gelir. Eh, bunlar da birtakım kuralların ortaya çıkmasına neden olur. İnsan fert olmaktan çıkıp birey olmayı öğrenmeli, erdem sahibi olmalıdır; bu da belli bir düzenle sağlanır. Demek ki devlet şarttır. Ama demiş ya adam, kişi, bencillik üzerine kurulmuş bir devlet düzeninde yaşıyorsa, erdem sahibi olması zordur.
Devletim bencilse ben niye olmayayım? Kendi çıkarım her şeyden önce gelir. Önüme çıkanı yok ederim. Hatta abarttıkça abartırım –zira en ilkel halim vahşi halimdir–, kafamı bozanı öldürürüm. Öldürme şeklimi de kendim seçerim. Çünkü hayvansal öldürme içgüdüm, hayvan gibi sırf açlık ya da kendini koruma içgüdüsünden kaynaklanmaz. Bir dolu insanca detaylı nedenim vardır. O yüzden de, hayvan gibi doğrudan saldırıp öldürmem. İnsan gibi yaratıcı, kan dondurucu şekiller bulurum. Uygularım. İnsanım ben. En vahşiyim. En hainim. En kötüyüm. En... Tamam, kestim!