Geçen haftaya damgasını vuran, Yırca’daki zeytin ağaçlarının sökülmesi, buna direnen köylülerin özel güvenlik güçlerince dövülmesi, daha sonra Danıştay’ın buraya yapılacak termik santral için yürütmeyi durdurma kararını vermesi olayını tek başına ele alabilir miyiz? Bence hayır. Birkaç nedenle. Öncelikle, buraya bu termik santral yapacak firma nedeniyle. Kolin İnşaat. Daha sonra, bütün bu olup bitenlere iktidar ve iktidar yanlısı medyadan gelen tepkiler nedeniyle: Altı bin zeytin ağacının kesilmesini ‘normal’ olarak karşılamıştır AKP. “Zeytinlik çok var ama termik santral yok” denmiştir. Burada bir süreklilik var ama asıl önemlisi, ‘Yeni Türkiye’de işçiler, yoksullar ve ağaçların topyekûn bir saldırıya maruz kalması meselesi var. Dolayısıyla hem ezen, hem de ezilen açısından iki ayrı hat çizmek mümkün gibi görünüyor.
Kolin İnşaat’la başlayalım. CV’si hayli kabarık. Ama gelin, biz en akılda kalanlardan yola çıkarak, Yeni Türkiye için bir ‘iktidar yapısı’ haritası çıkarmaya çalışalım (ki somut olarak böyle bir harita aslında var, mulksuzlestirme.org sitesine girip şirket ismini arattığınızda karşınıza hayli kapsamlı ve ‘etkileşimli’ bir ilişkiler ağı haritası geliyor). Yeni dönemde çok sayıda ihaleye girerken gördük bu şirketi, bir konsorsiyum içinde: Cengiz-Limak-Kolin. Onlara daha çok elektrik dağıtım ihalelerinde rastladık. Akdeniz Bölgesi ile Boğaziçi Elektrik Dağıtım onların mesela. Her iki ihaleyi de aldılar. Uludağ ve Çamlıbel de onların. Vatan gazetesinde 17 Aralık 2012’de çıkan bir habere göre, üç evden birini bu konsorsiyum aydınlatıyor. Türkçeye çevirecek olursak, üç evden birinin elektrik faturası bu konsorsiyuma gidiyor.
Fakat tabii, diğer işlere bakılınca, bu, devede kulak gibi kalıyor. Zira bu konsorsiyum, yanına iki şirket daha alarak, hayli tartışmalı üçüncü havalimanı ihalesini de kazandı. Hani, üçüncü köprüyle birleşip İstanbul’un ve Marmara Bölgesi’nin ekolojik açıdan canına okuyacak olan projenin ihalesini... Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’nin bu havalimanı ve köprü meselesine nasıl takık olduğunu bilmiyor olamazsınız. Dediklerine bakılırsa, bunlar büyük bir ülke olmamız için elzem projeler ve Batı bilhassa bu havalimanı projesini engellemek için elinden geleni yapıyor. Türkiye’de de Gezi Direnişi buna bağlanmıştı mesela. Maksat, üçüncü havalimanı projesine engel olmaktı. Yersen.
Her meselede olduğu gibi bu meselede de söylenenlerin altını biraz kazıyınca, kurulan ortaklıkların yapısına bakınca, işin başka türlü olduğunu anlayıveriyorsunuz. Zira bu şirketlerin ismine bir yerde daha rastladık: Sabah-ATV grubunun satışında. Önce kamuya açık biçimde. AKP’nin fiilen / perde gerisinde sahipliğini yürüttüğü bu medya grubuna müşteri aranmakta iken, gazetelere, bu konsorsiyumu oluşturan şirketlerden bazılarının gruba talip olduğu, görüşmelerin sürdüğü yansımıştı. Mesele bu haliyle bile hayli şüphe uyandırıcı iken, 17 Aralık soruşturması geldi çattı ve biz, sızan tapelerden, Yeni Türkiye’nin medya-iktidar-sermaye ilişkisini tüm çıplaklığıyla gördük.
O malum küfürlü detaylara yeniden girmeyeyim ama şu kaydı düşelim: Sistem kabaca şöyle işliyor: AKP’ye yanaşıyorsunuz, bazı ihaleleri alıyorsunuz, sonra bir simbiyoz ilişkisine giriyorsunuz, neredeyse beraber yaşıyor, beraber büyüyorsunuz. (Erdoğan’ın her mitingden sonra kürsüden söylediği ‘Beraber yürüdük biz bu yollarda’ şarkısı sanki bu durumu ima ediyor.) Sonra, bu sefer patron sizden bazı şeyler ‘rica’ ediyor; mesela X gazetesinin sermaye ihtiyacı vardır, satılması gerekiyordur, onu almak gerekir, buna iş olarak bakmamak lazımdır, çünkü buradan kâr filan beklenmez, ama iktidarın medya gücünün sürmesi açısından bu grubun iktidara yakın bir elde kalması icap eder. “Tamam” denir, zira bu sistemde ‘hep bana’ diye bir şey yoktur, yükler de paylaşılır. Ha, isterseniz “Yok” dersiniz ama o zaman da sonuçlarına katlanırsınız. O yüzden sık sık birbirine sorar bu işadamları, tapelerde duyduğumuz gibi, “Bakan bizi seviyor mu?” diye. Seviyorsa mesele yoktur. Ve tabii, bunun karşılığı, şu dönemde, yasal bir zırh edinmek oluyor.
Yukarıda, tepede hat bu. Ve bildiğiniz gibi, Yırca’ya termik santral kuracak olan da işte bu Kolin. Sonrasında olanlar malum. Altı bin ağaç kesildi, köylüler tartaklandı, sonrasında Danıştay kararı geldi. Şimdilik bir nefes alındı ama belli ki iktidarın gözü burada. Çünkü belli ki niyet şu: Bu zeytinlikler sökülecek, oraya termik santral kurulacak, köylü zeytinlikler söküldüğü için çaresiz kalacak, ya büyük kente göç edecek, ya da madenlerde çalışmaya başlayacak. Sonra da ya ölecek, ya da taşeronların dayıbaşıların elinde borçlu, ve borçlu olduğu için de AKP’ye muhtaç biçimde yerin bilmem kaç kat altında yaşayacak.
Başta demiştik ya, bir de ezilen hat var diye. İşte o ezilenler hattı da burası oluyor. Soma’yı Ermenek’e, Ermenek’i Yırca’ya bağlayan hat burasıdır. Bu hattı alıp Mecidiyeköy’de, Esenler’de işçilerin öldüğü bilumum ‘proje-rezidans-AVM’ inşaatına bağlayabiliriz. Aslında, Amerika’yı yeniden keşfetmenin âlemi yok. Kapitalizm böyle işler. İktidar ve iş dünyasının çıkar ortaklığı/birliği keskinleştikçe, ezilenler ve çaresizler arasında da görünmez bir hat oluşur. Evet, ilk başta görünmezdir bu, çünkü ‘tepedekiler’ bu hatları birbirinden koparmak için tüm maharetlerini kullanırlar. Ama o hat orta yerde duruyordur işte. Görülmeyi bekliyordur.
Velhasıl, tek bir Yırca vakasından nerelere geldik, bakın. Mesele ortada – elbette, tehlikenin büyüklüğü de. Üçüncü havalimanı, üçüncü köprü yapıldığında, o acayip proje için koca bir kanal açıldığında, zeytinlikler, ağaçlar tarumar edildiğinde, yaşadıkları topraklar, ağaçlar, ormanlar ellerinden alınan insanlar AVM inşaatlarında ya da madenlerde çalıştıklarında ve bütün bu sistem malum medya gruplarınca göklere çıkarıldığında, bunlara itiraz edenlerin sesleri daha en baştan kısıldığında, “Ya, biz bu dünyayı bir yerlerden hatırlıyoruz” diyeceğiz. Distopya kitaplarına bakacağız, ‘1984’ü karıştıracağız, bilimkurgu filmlerini izleyeceğiz. “Aynı, aynı” diyeceğiz belki de.
Ne dersiniz, öyle mi olacak acaba?