Ahmet Hamdi Tanpınar, ‘Beş Şehir’ adlı kitabında İstanbul ve İstanbullu için aşağıdaki sözleri sarf eder:
“Doğduğu, yaşadığı şehri iyi kötü bilmek gibi tabii bir iş, İstanbul’da bir nevi zevk inceliği, bir nevi sanatkârca yaşayış tarzı, hatta kendi nevinde bir sağlam kültür olur. Her İstanbullu az çok şairdir, çünkü irade ve zekâsıyla yeni şekiller yaratmasa bile büyüye çok benzeyen bir muhayyile oyunu içinde yaşar. Ve bu tarihten gündelik hayata aşktan sofraya kadar genişler.
‘Teşrinler geldi, lüfer mevsimi başlayacak’ yahut ‘Nisandayız, Boğaz sırtlarında erguvanlar açmıştır’ diye düşünmek, yaşadığımız ânı efsaneleştirmeğe yetişir. Eski İstanbullular bu masalın içinde ve sadece onunla yaşarlardı. Takvim onlar için Heziod’un Tanrılar Kitabı gibi bir şeydi. Mevsimleri ve günleri, renk ve kokusunu yaşadığı şehrin semtlerinden alan bir yığın hayal hâlinde görürdü.”
Bir şehri gerçekten sahiplenmek için onu iyi tanımak gerektiğini daha iyi anlatan bir metin olduğunu zannetmiyorum. Hem de içinde lüfer var, tabii ki daha doğrusu olamaz.
İstanbul ile lüferin bu ilişkisini çok iyi tespit eden Fikir Sahibi Damaklar, bu sene dördüncüsünü düzenleyecekleri Lüfer Bayramı’nda sadece bir balığa adanmış bir etkinlik organize etmiyorlar, aynı zamanda, İstanbullulara, şehirlerine sahip çıkma fırsatı veriyorlar. Ne de olsa lüfer sadece bir balık değil, İstanbul’un en önemli simgelerinden; Artun Ünsal ustanın deyişiyle, boğazın beş efendisinden biri...
15 milyona ulaşmış aç bir iştahla her şeyi tüketmeye çalışanlara inat, yok olmakta olan bir hayatı ayakta tutmaya çalışıyorlar, çünkü vaziyet biraz kötü.
Lüfer, 24 santimetreye gelmeden tezgâhlarda yer aldıkça, ona sahip çıkmadığımız için yok olup gidecek.
Lüferin de dahil olduğu ‘Boğaz’ın Beş Efendisi’ kitabının yazarı Artun Ünsal’ın, bir röportajda “Bu kitapta ben aslında bir güzelleme yazdım, amacım oydu; ama yer yer bir cenaze marşı havası da var” demesi boşuna değil.
Anlayacağınız, lüferde cisimleşmiş bir yok olma tehlikesinin karşında durmak için, her yıl ekim ayının üçüncü haftasonu Lüfer Bayramı olarak kutlanıyor.
Bu bayramın bir parçası olmak, bir İstanbullu için çok güzel bir fırsat.
Bayram, aslında bir dizi balıkçı köyünden oluşan, İstanbul Boğazı’nın en kıymetli yerlerinden Kuzguncuk’ta yapılıyor. Belki de İstanbul’un bu bayramı yapmayı en çok hak eden köşesinde, bir haftasonunuzu biraz yavaşlatıp lüferinize sahip çıkabilirsiniz.
Program sabah postanede yapılacak buluşmayla başlayacak. Alptekin Baloğlu, Mehmet Emir Uslu ve Ezgi Keleş’in bayram için tasarladığı kartpostalları sevdiklerinize postalayabiliriz. Ardından, sabahın köründen beri ‘İstanbul’un en baba lüferini’ tutmak için çırpınan balıkçıların tuttukları balıklara bakılacak ve en baba lüferi tutan seçilecek. Gün içinde, Tan Morgül’ün moderasyonunda balıkçılar konuşacak. Kâğıttan balık yapma atölyesi olacak. İsteyen midye dolmaya, isteyen orkinoslara ya da İstanbul’a ve yunuslara dair konuşmaları dinleyebilecek.
Ertesi gün, yaratıcı drama atölyesinden, balıklar ve masallara kadar, çok eğlenceli oturumlar mevcut.
Ben de, Nilhan Aras ile birlikte, Kuzguncuk Kıraathanesi’nde, İstanbul’un bağlarından, yollarından, balıklarından konuşacağım.
Bayramın en heyecanla beklediğim etkinliği, Kuzguncuklular ve Sokak Bizim Derneği’nin Bostan Sokak’ta kuracağı sofra. Herkesi, elinde bir kap yemekle bekliyorlar. Ben de, yemek götüremesem de, şarabımla orada olacağım.
Bekleriz...
Lüfere, şehre ve birazda kendimize sahip çıkmak için, hepinize iyi bayramlar.
Ayrıntılı program şu adreste: www.fikirsahibidamaklar.org