Memleket Kobanê’de yanan ateşin alevleriyle kavrulurken doğal olarak gündemin kıyısına düştü, ama Leman Sam’ın Kurban Bayramı’yla ilgili sözlerine yönelik tepkilerin anlamı üzerine bir mim koymak gerek. Çünkü bu tepkiler, Türkiye’nin insan hakları ve ifade özgürlüğü alanlarında gittiği yolun hiç de doğru bir yol olmadığını gösteren bir işaret fişeği oldu.
Bu işaret fişeği, siyasi iktidarın, muhafazakâr kesimin ve aslında eni konu tüm toplumun, mevcut kutuplaşmış ortamda zaten son derece harlı yanan ateşi iyice körüklemeye nasıl hevesli olduğu gerçeğini aydınlatıyor en çok. Bu ışığın altında, herkesin dünyaya hâlâ kendi mahallesinden baktığı, güçbela yan yana durabilen bir cemaatler bütünü halinden, heterojen, melez ve özgür bir toplum olmaya geçememiş Türkiye’nin hali pür melali var. Her haliyle korkutucu bir hal bu; bir tür ‘Betonistan’.
Leman Sam örneğinde, dini pratiklerin din dışı bir bakış tarafından sorgulanmasından ileri gelen ve nihayetinde soğukkanlılıkla yürütmemiz gereken bir tartışma, artık alışkanlık olduğu üzere, küfür, hakaret ve tehditle çığrından çıkarıldı.
Hatırlayalım. Leman Sam, Kurban Bayramı’nda, “Benim için ışid ile bıçağını masum bir hayvanın boğazına dayayan aynı duygudadır, Işid beni şaşırtmıyor' diyen bir tweet attı. Bunun üzerine de kıyamet koptu. Sanatçıya insan havsalasının almakta zorlanacağı küfürler ve hakaretler edenlerin bini bir paraydı.
Şunu iyi biliyoruz ki, bu tür saldırgan tutumlar, belli bir gruba özgü değil; siyasi yelpazenin sağından soluna her kesimde epey alıcısı var. Ancak, Leman Sam’a yönelik öfkenin ilaveten can sıkıcı olan boyutları es geçilmemeli. Öncelikle, bu nefret, ülkede büyük çoğunluğu oluşturan Müslümanlardan geliyor. Tek bir kadın, tek bir sanatçı, sadece 140 karakterle fikrini açıkladığı için, olabilecek en kitlesel tepkiyle karşı karşıya kalıyor. Buradaki orantısızlığı ve tehlikeyi açıklamaya hacet yok herhalde. İkincisi ise, Leman Sam’ın sözlerine tepki gösterenler arasında, iktidardaki AK Parti’ye mensup yetkililer, milletvekilleri, bakanlar, birbirleriyle yarışıyor. Bu devasa koroya, Diyenet İşleri Başkanı bile hevesle katılıyor.
Bir sanatçının, yani nihayetinde sıradan bir vatandaşın, şu ya da bu konuya değin sözlerine böyle topyekûn tepki gösterilirken, siyasetçilerin tansiyonu daha da yükseltmeleri, dünyanın her yerinde, o kişiyi hedef göstermek anlamına gelir. Türkiye gibi, şiddetin, siyasi cinayetlerin kol gezdiği bir ortamda, bu tutumun olası sonuçlarını, “kafasının tası atan”, “tahrik olan” birilerinin yapmaya kalkışabileceklerini düşünmek dahi istemeyiz.
Sıkça tekrarlanan ama bizde her ne hikmetse bir türlü geçer akçe olamayan, AİHM’in altını çizdiği bir adalet gerçeği var: Toplumun geniş kesimleri için şoke edici ve sarsıcı fikirlerin ifade edilmesi de özgürlükler alanının kapsamındadır. Nokta. Yani, siz bir görüşü beğenmeyebilirsiniz, ona tahammül edemeyebilirsiniz; çok kalabalık da olabilirsiniz; ancak o fikrin sahibine karşı hakaret, nefret, şiddet yoluna başvuramazsınız. Çünkü suç olan sarsıcı fikirler değil, hakaret, nefret ve şiddettir.
Ben, şahsen, dinle ilgili konularda sivri, kitleler nezdinde öfke uyandırma potansiyeli olan fikirler serdetmenin doğru bir yol olduğunu düşünmüyorum. İnsanların hâlâ uğruna birbirlerini öldürebildikleri netameli bir alanda irkiltici bir dil kullanmanın, yarardan çok zarar getirdiği; bu yüzden de bu tip açıklamalardan mümkün mertebe kaçınmanın doğru olacağına kaniyim. Sevan Nişanyan, Hazreti Muhammed’le ilgili tartışma yaratan sözlerini sarf ettiğinde onu bir yazıyla eleştirmemin nedeni de buydu. Ancak, benim doğru bulmamam veya birilerinin öfkelenmesi, bu fikirlerin sahiplerinin fikirlerini olduğu gibi ve doğru bildikleri yollarla ifade etme haklarını ortadan kaldırmaz. Nişanyan da, Sam da, şiddete ve nefrete meyletmedikçe, inandıklarını diledikleri yolla ifade etme hakkına sonuna kadar sahipler. (Bir parantez: Sevan Nişanyan, söz konusu yazısından kısa bir süre sonra karara bağlanan bir davası nedeniyle cezaevine girdi. Üstelik hakkında halen sürmekte olan pek çok mahkeme var. Bu durumun yazdığı yazıyla ve fikirleriyle ilgili olmadığına kim inanır allahaşkına!)
Türkiye’de Müslüman nüfus ezici bir çoğunluğa sahip. Müslümanların siyasi temsilcisi olan siyasi parti 12 yıldır iktidarda ve hegemonik bir güce ulaştı. Hal böyleyken, bir sanatçı, İslami bir pratiği hayvanseverlik perspektifiyle eleştirdiği için topa tutuluyor; hakkında günlerce yayınlar yapılıyor; tek bir tweet’e bir Başbakan Yardımcısı çıkıp ‘sanatçı müsveddesi, zavallı’ türü ifadelerle karşılık veriyorsa, durum vahim demektir. Yanlış yaptığı düşünülen sanatçıya fikirle değil aşağılamayla karşılık vermek, dünyayı ve memleketi “biz” (Müslümanlar) ve “onlar” (kafirler) ayrımı üzerinden görmek anlamına geliyor olmalı en çok. Bu anlayış, tam da memlekette bugün yaşadığımız sorunların kaynağı değil mi sizce?
Pek çok yönüyle gerçekten ‘Yeni’ olan Türkiye’de, siyasi iktidarın iddiası, geçmiş tabuların artık tabu olmaktan çıktığı yönünde. Ama bu işte bir yanlışlık olmalı: Zira, İslam dini üzerine standart dışı bir laf etmenin giderek daha büyük bir tabu halini aldığı bu Türkiye ‘Yeni’ olabilir belki; ancak ‘İyi ve Doğru’ olur mu, işte orası, cevabı malum bir soru işareti.