İstanbul’dan uzak kaldıkça, daha iyi anlıyor insan bu kentin kıymetini. Alt tarafı bağbozumu nedeniyle iki aydır şehir dışında olsam da, sürekli olarak kendime İstanbul’u hatırlatan bir şeyler buluyorum. Bir ‘obur’ olarak, bu ‘şeyler’ hep yemek oluyor maalesef. İstanbul denince, bu mevsimde akla daha çok balık geliyor olmalı ki, üst üste balıktan konu açtım bu köşede. Ama İstanbul sadece lüferi, palamudu getirmiyor akla. İstanbul’un en güzel simgelerinden vapur geliyor mesela akla; vapur gelince de, arkasından uçuşan bembeyaz martılar ve tabii ki martılara atılan simitler... O kadar güzeller ki, ezelden beri oburluktan muzdarip olan ben bile simidimi paylaşmışımdır martılarla. Kadıköy-Eminönü arasında neyse de, martıları simitle besleyerek adaya kadar getirmeye çalışmışlığım bile vardır.
Memleketin her yerinde kendine özgü simitler olsa da, İstanbul’un meydanlarını simitsiz ve tabii ki simitçisiz düşünmek pek mümkün değil.
Sait Faik de böyle düşünenlerden. ‘Havuz Başı’ kitabında, bir yazısını ‘simit ve çay’a ayırmış.
“Yalnız simitten, sabahın o leziz, insan icadı yemişinden söz açmalıydım. Ama ne yaparsın, çaya kıyamadım. Simidin yanında, o da ikinci planda kalıyor, ama dostlukları da samimî bir dostluktur. Hiç bir kahvaltı simitle çayın yerini tutamaz... Çayı simitle içtikten sonra, sokağın çamuruna karışır, dişlerimizde hâlâ susam kırıntıları, oradan oraya koşabiliriz. Sokakta yağmur yağar, alnımızdan ter damlar. Dişlerimizde susam tanesi, çayın kokusu hâlâ burnumuzdadır...”
‘Le Levant’ gazetesinin sahibi, Levanten gazeteci Willy Sperco “Simit yuvarlak demektir” dese de, ‘Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü’nün yazarı İsmet Zeki Eyüboğlu, bu kelimenin, Yunancada ‘ince undan, irmikten yapılan’ demek olan ‘semidalites’ten geldiğini iddia eder. Ayrıca, bazılarının, Arapçada irmik demek olan ‘semîd’ ile ses benzerliğinden dolayı, ‘simit’in Arapçadan geldiğini sansalar da bunun doğru olmadığını vurgular ve ekler: “Araplarda simit yapma geleneği yoktur.”
Simit hamuru, süt, şeker, susam ve tuzla yapılır, hamur mayalanınca parçalara ayrılıp halka biçimine getirilir. Bu işlemi yapan simit ustasının hızı ve becerisi seyre değerdir. Halkalar pekmezli soğuk suya atıldıktan sonra susama batırılıp fırına verilir. 22 ayar altın rengini alana kadar pişirilen simitler, simit arabalarına yüklenir ve meydanlardaki yerlerini alıralr. Simit fırınları, genellikle, sırf bu işi için kurulmuş fırınlardır.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde, 16. yüzyılda İstanbul’da 70 fırında toplam 300 nefer simit üreticisinin çalıştığını yazar. İstanbul’da genellikle Safranboluluların ve Kastamonuluların mesleği olan simit üretimi için özel fırınlar son yıllara kadar varlığını korudu.
Ne zaman ekmek fırınları da bu işi yapmaya başladı, simit fırınları biraz unutulur oldu ama özellikle, şehrin eski semtleri Kadıköy, Üsküdar, Beşiktaş ve Kasımpaşa’da hâlâ simit fırınları var. Bu fırınların varlıklarını koruyabilmesinin en büyük nedeni, simit severlerin, ‘pastane simidi’ denen yumuşak ve şekerli simit yerine ‘sokak simidi’ni tercih ediyor olması. Şık simit sarayları ya da pastaneler yerine meydanlardaki tezgâhlardan alınan simidin tadı başka çünkü.
Ama garabetler ülkesi şirin Türkiye’mizde, tuhaf uygulamalar gelip simidin de kapısını çaldı. Gezi Direnişi’nde polislere verilen “Polis, simit sat, onurlu yaşa” tavsiyeleri birilerinin ağırına gitmiş olmalı ki, meydanlarda simit satışı yasaklandı.
Gerekçe, ‘oluşan rantı engellemek’.
Milyar dolarlık inşatlarda insan aklının almayacağı rantlar kazanmak için, berbat şartlarda çalıştırılan inşaat işçilerinin onar onar ölmesi bizim yöneticileri pek rahatsız etmezken, simit tezgâhı sahiplerinin para kazanıyor olması akıllarına takılmış anlayacağınız.
Artık, vapura giderken simit yemek isterseniz bir fırından alıp yanınızda taşımanız gerekiyor simidi. Ne diyeyim, Allah akıl fikir versin.
Bu yasa sosyal medyada duyulmaya başladığında Çiğdem Mater’in bir paylaşımı sayesinde benim de aklıma başka bir şey takıldı. Bizim okulun önünde, polis olduğu herkesçe bilinen bir simitçi vardı. Adamı biraz rahatsız etmek için, herkes “Memur bey, bir simit” diye alışveriş yapardı.
Malum, sivil polislerin en gözde mesleği simitçilikti.
Artık o sivil polisler ne yapacak?
not: Artun Ünsal’ın ‘Susamlı Halkanın Tılsımı’ adlı kitabı, simit hakkında şahane bilgiler ile doludur. Meraklısına tavsiyemdir