YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

‘Yeni Türkiye’ işçiler için cehennem

Yeni Türkiye mesela şöyle bir şey: Kıymetli Bölge’de bir arazi buluyorsunuz. Ama bir dakika, önce ‘Kıymetli Bölge’ nedir, ona bakalım. İkiye ayırabiliriz Kıymetli Bölge’yi: 1-Kent merkezi (burada İstanbul’dan bahsediyoruz), bilhassa Şişli-Beşiktaş-Boğaz hattı, Bakırköy, Ataköy, deniz kıyıları gibi yerler. 2- Sonradan, hükümet eliyle kıymetlendirilen bölgeler. Diyelim, Finans Merkezi haline gelecek olan Ataşehir vs. Kıymetli Bölge’de devletin bir şekilde ilgili olduğu bir bina-arazi bulursunuz. Sonra bunu imara açarsınız. Ezkaza, burada hastane ya da okul bile olabilir. Ya da orası madem işe yaramıyor, yeşil alan haline getirilebilir. Bunlar önemli değil. Bu arazi ya da binayı TOKİ’ye devredersiniz. TOKİ de ihaleye çıkar. Buradan gelecek parayla, efendime söyleyeyim, yoksullara bina, konut yapacaktır çünkü. Kıymetli Bölge’deki bu arazi kimi inşaat şirketlerine gider. Bu şirketler buraya rezidans ve iş merkezi yapacaklardır. Çok katlı. Niye? Çünkü Yeni Türkiye bunu gerektirir. Yeni Türkiye sürekli inşaat halinde olmayı, bu inşaatlarla istihdam ve büyüme balonunu sağlamayı gerektirir. Çünkü memlekette doğru dürüstü bir üretim faaliyeti, teknolojik, yaratıcı buluş vs. yoktur. Ayrıca, Yeni Türkiye bu rezidanslarla semtin dokusunu değiştirmeyi ve eski ahalinin gitmesini, yerine yeni ahalinin, Yeni Türkiye’ye uyumlu yeni ahalinin gelmesini gerektirir.

Bu inşaat şirketleri elbette hükümete yakın şirketler, aileler olacaktır. Başka türlüsü düşünülemez. Neyse efendim, bu şirketler ihaleyi alacaktır ve oralarda yeni kuleler yükselecektir. Bunlar için gazetelere, televizyonlara büyük ilanlar verilecektir. Böylece büyük medya grupları, çok skandal bir vaka olmadıkça, bu inşaatçılarla –haber anlamında– ters düşmemeye özen gösterecektir (eğer aralarında ayrıca bir para/pul/reklam meselesi yoksa). Bu arada kat vb. meseleler için en büyük patronla temasta olunacak, pürüzlü meseleler komisyonlardan kolaylıkla geçecektir. (Bkz. Erdoğan Bayraktar’ın 17 Aralık sonrası istifa ederken “Başbakan ne istediyse onu yaptım” demesi) Böylelikle, Türkiye’deki merkez sağ hükümetlerin asli işlevi olan rant üretme/dağıtma faaliyetinde yeni bir aşamaya geçilecek, artık parti ve inşaatçılar sisteme tamamen el koyacaktır. Oluşan rant aralarında adil bir biçimde (ya da her ne haltsa o biçimde) bölüştürülecektir. Ancak bir farkla; bu yeni sistemde inşaatçıların payına, zaman zaman hükümete, takıldığı konularda omuz verme yükümlülüğü de getirilmiştir. Mesela hükümet havuz medyası oluştururken inşaatçılardan bir konsorsiyum (havuz) oluşturmalarını ve o medyayı finanse etmelerini isteyebilir. Bunlar sistemin içinde vardır, garipsenmemelidir. O konsorsiyuma katılmayan inşaatçının bileti de kesilir. “Hadi selametle” denir.

Ali Sami Yen hikâyesi de buna benzer bir örnek işte. Kent merkezinde kıymetli bir bölge. Yanında da TEKEL’in eski likör fabrikası var. Niye iki yere birden kuleler dikmeyelim, en rezidanslısından, havalısından? Dikelim elbette. O bölgede küçük bir park bile yok mu? Varsın olmasın. Bize nefes alacağımız yerler lazım değil. Bize bu sistemi, bu çarkı sürdürebileceğimiz yerler lazım. Ne olursa olsun, yeter ki Kıymetli Bölge’de olsun. Dolayısıyla biz bu stadı alırız, kentin dışına atarız.

Neyse efendim, ihalesi yapılır, kazananlar aralarında biraz itişirler ama biri, hükümete en yakın olanlardan biri ihaleyi alır. Kuleleri dikmeye başlar. Her türlü hukuki pürüz bir anda giderilir, mesela bu kuleler için 24 saat çalışma izni alınır, çünkü efendim, işin içinde TOKİ olduğu için bu binayı hastane, okul inşaatı gibi göstermek mümkündür. (Şunu da hatırlayalım, TOKİ, AKP hükümeti süresince önce Sayıştay denetimi dışına çıkarılmış, sonra alınmış, ancak denetim hayli etkisizleşmiştir.)

Bu arada geliriz Yeni Türkiye’nin öbür cephesine. Soma vesilesiyle de artık hepimizin gördüğü o karanlık cepheye. İşçi bulmak. Kolaydır. Zaten işsizlik ciddi bir meseledir. Tüm o parlak borsa rakamlarına, şişirilen büyüme, sanayi üretimi, istihdam rakamlarına rağmen memlekette iş konusunda büyük bir çoraklık hâkimdir. Üstelik taşeron sistemi de tüm hızıyla devam ettiğinden (bu sistemi engelleyecek bir yasanın Meclis’ten hâlâ geçmediğini hatırlayalım) hiçbir firma elini taşın altına koymamakta, o alt firmaya, alt firma taşerona vs. yoluyla, güvencesiz ve eğitimsiz işçi çalıştırma sistemi tüm hızıyla sürmektedir. Ve bu sistem öyle bir sistemdir ki iş güvenliğini denetleyen mühendislerin maaşını işveren ödemektedir. Devlet mesela burada bile elini sıcak sudan soğuk suya sokmamaktadır. İş güvenliğini denetleyecek mühendis mi lazım, parasını işveren veriversin. E öyle olunca, elbette mühendisin önceliği ‘işini kaybetmemek’ olmaktadır.

Öyle bir sistemdir ki bu, işçi hastalanamaz, izin alamaz. Çalışma koşullarına itiraz edemez. Bu örnekte, eksi 5. katta sağlıksız koşullarda, neredeyse hava almadan kalır. Maaşı da zaten ahım şahım bir şey değildir. Elbette fazla mesaiye de kalınır. Asansörler bozulur, tek bir asansöre yüklenilir.

Ve zaten sistem öyle bir kurmuştur ki kendini, kaza dediğimiz o cinayetler işlendiğinde, işçi, hesabı kimden soracağını bilemez. Devlet, sistem, oldum olası böyle şeylere özen gösterir. İşleyişi o derece karmaşıklaştırır ki, o koca sisteme karşı tek başına kalakalan, sendikaya giremeyen, anlamlı bir sendikal güç bulamayan, ya da sarı sendikaya mahkûm olan işçi, hesabı kimden soracağını bilemesin.

Ve bu sistem öyle bir sistemdir ki, işçiler öldüğünde inşaata ilk olarak TOMA’lar gider. Devlet ne halt yediğini iyi bilmektedir çünkü. Aman efendim, ya işçiler eylem meylem yaparsa? Maazallah, inşaatın başına bir şey gelirse? Önce güvenlik önlemini almak lazımdır. Türk devleti için ve elbette ki Yeni Türkiye için önemli olan budur. Hep bu olmuştur. Soldur, Ergenekon’dur, Cemaat’tir, hepsi gelir geçer. Önemli olan tek şey şudur: İşçiler bir işe kalkışmasın, ya da Erdoğan’ın deyimiyle “Ayaklar baş olmasın.”

Gerisi eski Türkiye için de, Yeni Türkiye için de önemli değildir.