Lübnan’da bugünlerde, insanların sabah gazetelerini alırken düşündükleri tek şey İslam Devleti. Bu daha ziyade Beyrut’a özgü bir durum, çünkü kuzeydeki Trablus’ta İslam Devleti o kadar da korkulan bir şey değil, desteklenen bir ideoloji. Beyrut’ta ise, İslam Devletinin nereye kadar ilerlediği, hangi yeni ‘başarı’lara imza attığı ve esir tutulan askerlere ne yaptığı merak ediliyor. Esir tutulanların kaç kişi oldukları bile net olarak bilinmiyor. Birileri 20 diyor, birileri 25. Ama, ülkenin büyük tartışması askerlerin kaç kişi oldukları değil; daha büyük bir sorun var. Beyrut’un en ünlü Hıristiyan mahallesindeki Sessin Meydanı’nda geçen hafta İslam Devleti bayrakları yakıldı. Adalet Bakanı Eşref Rifi, bayrakları yakanlar hakkında suç duyurusunda bulundu ve tutuklama kararı aldı. Bu çatışma Lübnan’ın iç siyası durumunu ortaya koyarken, Ortadoğu’nun güç dengeleri ve İslam Devleti’nin durumuna da açıklık getiriyor.
Adalet Bakanı Eşref Rifi zaten çok tartışılan bir isim. Eski İç Güvenlik Güçleri Şefi olan Rifi, bir dönem de başbakan adayıydı. Aslında hâlâ öyle, ama Hizbullah şimdilik buna itirazlarını sürdürebiliyor. Bölgesel ve yerel değişimler sonucunda, bir gün onu başbakanlık koltuğunda görebiliriz. Son hükümet kurulurken, Rifi’nin İçişleri Bakanı olmasına bile itiraz eden Hizbullah, bir alışveriş neticesinde, Adalet Bakanlığı’na gelmesine razı oldu. İçişleri’ne gelen Nuhad el Maşnuk ve Adalet’te güçlenen Eşref Rifi, Hizbullah’ın kâbusu olmaya çalışıyor. Hizbullah ise suskun kalmayıp, kendi manevralarına devam ediyor. Sessin Meydanı’nda İslam Devleti’nin bayrağının yakılmasına da bu çerçevede bakılmalı.
Ancak, bayrak yakma hadisesinden önce bahsedilmesi gereken birkaç gerçek daha var. Arsal’da, El Nusra Cephesi, İslam Devleti ve Faruk Tugayı, bir operasyon düzenleyip askerleri esir aldı. Operasyonun hedefi, Lübnan’daki cezaevlerinde yargılanmadan tutulan ya da ceza süreleri tamamlanmış olmasına rağmen hâlâ serbest bırakılmayan İslamcılarla mübadele havası yaratmaktı. Kısacası, Suriye rejimi ve Hizbullah tarafından tutuklanmış, ancak –bu tutuklamaları yasal bir havaya büründürmek amacıyla– Lübnan devletinin resmi kurumlarında hapis tutulan İslamcı savaşçılar var. Bu savaşçılara suçlu muamelesi yapılsa da, aslında onlar büyük bir çatışmanın tarafları. Bu tarafın bir uzantısı da, Lübnan’ın Sünni siyaset zemini, ve Eşref Rifi bu zeminin en önemli liderlerinden biri. Dolayısıyla, İslam Devleti bayraklarının yakılmasına tepki göstermesi hiç de şaşırtıcı değil.
Bayrak yakma meselesi ise, İslam Devleti’nden korkan Hıristiyan gençlerin yaptığı bir eylem olmaktan daha derin bir mevzu. Öyle olmasaydı, Eşref Rifi belki bu kadar sert bir tepki vermezdi. Aslında, bayrak yakma eylemi Hizbullah’ın müttefiki olan Özgür Vatansever Hareketi’ne bağlı Hıristiyan gençler tarafından yapıldı. Sünni Gelecek Hareketi’nin müttefiki olan Hıristiyan grup Falanjistler ve Lübnan Güçleri o gün Sessin Meydanı’nda yoktu. Ortadoğu’da, müttefiklerini Hizbullah’tan daha iyi kullanmayı beceren yok galiba. Daha önce Ermenileri Türkiye’ye karşı kullanabilen Hizbullah, Hıristiyanları Sünnilere karşı kullanamaz mı? İslam Devleti’nin bayrak eylemini Hizbullah’a mensup Şii gençler yapsaydı, şimdi Lübnan’da Sünni-Şii savaşı haberleri okuyor olacaktık.
İslam Devleti’nin Lübnan Sünnileri arasında popüler olması, Sünni liderlerin üzerinde baskı yaratıyor tabii ki. Eşref Rifi’nin duruşu, Suudi Arabistan’a karşı bir sorumluluktan öte, Sünni sokağa karşı sorumluluklarıyla da ilişkili. İslam Devleti’nin bayrağının üzerinde ‘Allah’ yazdığı bahanesiyle, bu bayrağı yakanlar için ‘hassasiyet kışkırtıcıları’ dendi. Hıristiyanların İslam Devleti korkusu Sünnilere karşı Şiilerle yakınlaşmalarına neden olurken, Sünniler, Şiilerin korkusuyla İslam Devleti’ne yakınlaşıyor. Bu karmaşık tablo içinde, olan, esir askerlere oluyor. İçlerinden biri idam edildikten sonra, İslam Devleti’nin hesabından, mübadele olmazsa ikinci idamın da yakın zamanda yapılacağı yönünde bir tweet atıldı.