Herhalde, adaları en iyi anlatan yazardır Sait Faik…
Adalarda yapılan berbat bir avı anlatır, ‘Son Kuşlar’ öyküsünde:
“Sonbahara doğru birtakım insanların çoluk çocuk ellerinde bir kafes, Ada’nın tek tepesine doğru gittiklerini görürdüm. İçim cız ederdi.
Büyüklerin ellerinde birbirine yapışmış, pislik renginde acayip çomaklar vardı.
Bunlarla bir yeşil meydanın kenarına varır, bunları ufacık ağacın altına çığırtkan kafesiyle bırakırlar, ağacın her dalına ökseleri bağlarlardı. Hür kuşlar, kafesteki çığırtkan kuşun feryadına, dostluk, arkadaşlık, yalnızlık seslerine doğru bir küme gelirler. Çayırlıkta bir başka ağacın gölgesinde birikmiş çoluklu çocuklu kocaman, bir müddet bekleşirler. Sonra kuşların üşüştüğü ağaca doğru yavaş yavaş yürürlerdi. Ökselerden kurtulmuş dört-beş kuş, bir başka ökseye doğru şimdilik uçup giderken, birer damlacık etleriyle birer tabiat harikası olan kuşları toplarlar, hemen dişleriyle oracıkta boğarlardı. Ve hemen canlı canlı yolarlardı. Hele bir tanesi vardı, bir tanesi.
Çocukları bu işe seferber eden de oydu. Ökseleri cumartesi gecesinden hazırlayan da… Konstantin isminde bir herifti. Galata’da yazıhanesi vardı. Zahire tüccarıydı. Kalın, tüylü bilekleri, geniş göğsü, delikleri kapanıp açılan üstü kara kara benekli bir burnu, deriyi yırtmış da fırlamış gibi saçları, kısa kısa yürümesi, kalın kalın bir gülmesi...
O esmerle sarışın arası isketelerin bir damlacık etlerinden yapacağı pilavın hazzıyla pırıl pırıl yanan krom dişleriyle nasıl koparırdı kuşun imiğini, bir görseydiniz...”
İnsanı yemek yemekten soğutacak kadar acımasız bir av, değil mi? Kimse Konstantin Efendi’nin yerinde olmak istemez herhalde. Ama bilerek ya da bilmeyerek, biz de bazen benzer bir suça ortak olabiliyoruz.
İstanbul’un belki de en gastronomik zamanı geldi. 1 Eylül itibariyle balık avı yasağı kalktı, devasa tekneler denize açıldı. Balıklar tezgâhlara en azından ‘legal’ biçimde geliyor artık. Biraz eski balıkçılara ya da balık meraklılarına kulak kabartacak olursanız, her sene aynı sözleri duyarsınız: “Ah, nerede eski balıklar, nerede eski bereket...”
Aslında bu bereketi, balıkçısıyla, balık severiyle, hep beraber kaçırdık.
1915 senesinde, İstanbul Balıkhanesi’nin eski müdürü Karekin Deveciyan’nın yazdığı ‘Türkiye’de Balık ve Balıkçılık’ adlı kitapta (Aras Yay., çev. Erol Üyepazarcı, 2006) “Lüfer İzmir, Selanik körfezlerinde, Suriye kıyılarında hatta İskenderiye kıyılarında bile görülür ama İstanbul’da yakalananın tadı hiçbiri ile kıyas kabul etmez” der ve İstanbul’da avlanan lüfer miktarını 380 bin kilo olarak verir. Bugünkü miktarın beşte biri...
Peki, ne oldu da bu hale geldik? En büyük sorunlardan biri, tüm balık yuvalarını bozan ve ‘gırgır’ denen avcılık, ama bir o kadar da, balıkseverlerin yavru balık merakı.
‘Çinekop’ adı altında, lüferin yavrusunu yerken, yavrulayamadığı için önümüzdeki yıllarda lüfer yiyemeyeceğiniz düşünün. Kendimizden birer Konstantin Efendi yaratmadan, biraz daha bekleyip, balıkları yumurtlayacakları, yavrulayacakları zamana kadar bekleyebiliriz. Memleketin daha fazla Konstantin Efendi’ye ihtiyacı yok..
Aklınızda bulunsun, balıkların yasal avlanma ölçüleri aşağıdaki gibidir. Liste en sağlıklı boyları vermese de (örneğin lüferin yakalanma boyu 24 cm olmalı), bu boylara uymak ve av yasağını 15 gün kadar uzatmak gibi çözümler, bizden sonraki nesillerin de bu balıkları görmesini sağlayabilir.
hamsi |
9 cm |
barbunya |
13 cm |
lüfer |
20 cm |
palamut |
25 cm |
istavrit |
13 cm |
kalkan |
45 cm |
sardalya |
11 cm |
Uyarı kabilinden, Sait Faik’in ‘Son Kuşlar’ öyküsünün son satırlarıyla bitirelim yazıyı:
“Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin içi kötü olacak. Benden hikâyesi.”