Bu yıl 27 Ocak’ta Milena’dan kısa bir ‘mail’ geldi. Şöyle yazmıştı kızım Londra’dan:
Konu: Sen olmasan tanımazdım.
Babacığım,
Bütün gün onun şarkılarını dinledim. Çocukluğum ve seninle onları öğrenişim aklıma geldi. İyi yaşadı.
Bu makaleyi görmemiş olabilirsin.
Sıkı sıkı öperim canım babacığım.
Cevap yazdım:
Yaa kızım, o da gitti, ama peşinde ne anılar, ne müthiş izler bırakarak.
Herkese nasip olmaz.
Pete Seeger'ı ben Murat Belge'den tanıdım, 1962-63'te. ve '64-'65'te Londra'dayken, küçük bir grupla, yerlere oturarak, şarkılarını söylemeyi, şarkılarını onunla söylemeyi öğrendim. Arlo Guthrie'nin dediği gibi, Pete bir şarkıyı, şarkıdan önce, sizden önce ve sizinle birlikte olmak üzere 3 kez söyler...
Onun peşpeşe söylediği 'Who killed Norma Jean?' ile 'Who killed Davy Moore?', modern yaşam ve 'uygarlık' ile insanlık içi sayılan vahşi bir sporun yok ettiği iki insanı nasıl da yanyana getirir...
Sizin çocukluğunuzda geçirdiğimiz güzel zamanların bir bölümünü ona borçlu olduğumuzu ben de biliyorum kızım.
Toprağı bol olsun.
27 Ocak 2014’te öldüğünde 94 yaşındaydı. Bütün o uzun ömrü boyunca ne inancından ne de şarkı söylemekten, şarkısını söylemekten vazgeçti. 1950’lerde namlı McCarthy komisyonunda ifade vermeyi reddettiği için, Kongre’ye saygısızlık suçundan yargılandı. Bancosunun üstünde , This machine surrounds hate and forces it to surrender
(Bu alet nefreti ablukaya alır, onu teslim olmaya zorlar) yazılıydı.
Pete Seeger uzun ömrü boyunca inatçı ve başkaldırıcı ruhunu, meydan okuyan duruşunu ve iyimserliği hiç terketmedi. ABD Kongre kanadında oluşturulan Amerika Karşıtı Eylemleri Araştırma Komitesi’ne ifade vermeyi reddetti, çünkü komitede kendisine 1930’larda birlikte şarkı söylediği, eylemlerde bulunduğu arkadaşlarının adlarını vermesinin isteneceğini biliyordu. Komite tarafından kara listeye alındı, 1960’larda esmeye başlayan nispi özgürlük rüzgarları, siyahların hakları için sürdürülen mücadele, ABD’deki Vietnam Savaşı’na karşı hareketlenen gençlik ile Avrupa’yı saran devrim dalgasına kadar müzik endüstrisine egemen güçler ile geleneksel Amerikan sağı ona karşı tam bir boykot uyguladılar.
Pete Seeger, şarkıların her güçlüğü yeneceği inancını her ortamda ve her vesileyle tekrarlardı. Bu kez de inancı doğru çıktı. 1955’de Komite’nin onu ve aralarında Arthur Miller’in de olduğu 7 kişiyi ifade vermeyi reddettikleri için Kongre’yi aşağılamaktan suçlu bulmalarından ardıdan, Şolohov’un Ve Durgun Akardı Don romanından esinlenerek yazdığı Where Have All the Flowers Gone (Tüm O Çiçekler Nerede Şimdi) şarkısı kısa sürede bir folk standardı oldu, pek çok dilde dünyayı dolaştı.
Where have all the flowers gone
Long time passing
Where have all the flowers gone
Long time ago
Gone to young girls everyone
When will they ever learn
When will they ever learn
Sorudaki çiçekler àgenç kızlara gider; genç kızlar nereye gider àgenç erkeklere; genç erkekler nereye gider àaskere; askerler nereye gider àmezara; mezarlar nereye gider àmezarlar çiçeklere gider… ve insanlar bir türlü öğrenemezler bunun kader olmadığını, bu sona galebe çalmayı, bu sonu boşa çıkarmayı… ve bu çark böyle sürer gider!
Müthiş bir şarkıdır bu şarkı, bu barışçı şarkı. Pete Seeger’ın dünyayı şarkıların değiştireceğine, insanlar harekete geçince her şeyin değişeceğine inancının müzikle ifadesi, hatta kanıtı gibidir. Tüm dünyayı dolaşır. Joan Baez de söyler onu, Marlene Dietrich de, hem Fransızca hem Almanca. Peşinden gelen If I Had a Hammer (Çekicim olsaydı eğer) şarkısı, her solistin, her grubun dilinde zirvelere çıkar.
Pete Seeger Woody Guthrie’nin arkadaşı, yoldaşıydı. Onun artık tüm Amerikalılarca benimsenen, sanki siyahların haklarını bayraklaştırmak için yazılmışa benzeyen This land is my land (Bu ülke benim ülkem) şarkısını, çoğu söylenişte gözardı edilen son dizelerini,
Nobody living can ever stop me,
As I go walking that freedom highway;
Nobody living can ever make me turn back,
This land was made for you and me
Kimse beni durduramaz
Koyulmuş özgürlük yolunda yürürken ben;
Yaşayan hiçbir canlı geri döndüremez beni,
Bu ülke seninle benim için yaratıldı.
bu sözleri hiç ihmal etmeden söyleyen, yaygınlaştıran da odur; yazdığı yüzlerce şarkıyı 50’den çok ülkede herkesle paylaşan, herkesle birlikte söyleyen de o…
Güney Amerika halklarına yüz yılı aşkın -ve bugün hala- esin, umut kaynağı alan Jose Marti’nin, bu büyük ozanın bir şiiri onun dilinde bir başka özgürlük rüzgarına dönüşmüştür. O şiiri, o şarkıyı anmak isterim:
Yo soy un hombre sincero
De donde crece la palma
Y antes de morirme quiero
Echar mis versos del alma
Guantanamera, guajira Guantanamera
Mi verso es de un verde claro
Y de un carmín encendido
Mi verso es un ciervo herido
Que busca en el monte amparo
Guantanamera, guajira Guantanamera
Cultivo una rosa blanca
En julio como en enero
Para el amigo sincero
Que me da su mano franca
Guantanamera, guajira Guantanamera
Con los pobres de la tierra
Quiero yo mi suerte echar
El arroyo de la sierra
Me complace más que el mar
Guantanamera, guajira Guantanamera
Ben palmiyelerin ülkesinden
Doğruyu söyleyen bir adamım
Ve ölmeden önce
Ruhumdan yükselen şiiri paylaşmak isterim
Guantanamera, guajira Guantanamera
Şiirim açık yeşildir benim
Ve alevlerle yanan bir kırmızı
Şiirim yaralanmış ceylandır benim
Dağlara sığınmak ister
Beyaz bir gül yetiştiririm
Temmuzda olduğu kadar Ocak’ta da
Bana açık elini uzatan
Dürüst dostum için
Dünyanın yoksul insanlarıyla
Paylaşmak isterim kaderimi,
Dağların bir deresi
Bana denizlerden daha büyük neşe verir
Londra’da küçük bir salonda yerlere oturmuş 300 kadar genç insana We Shall Overcome
(Muzaffer Olacağız/Başaracağız) şarkısını, siyahi kiliselerinde söylenen bu ilahinin inatçı bir inanca ve isyana dönmüş bu şarkısını öğretir ve söylerken, oradaki gençler, ben de aralarında elbet, neredeyse kutsal bir cezbeye kapılmışçasına, başaramayacağımız hiçbir iş, elele verince üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir zorluk yokmuş, olamazmış gibi hissettik. Bunu bugün gibi hatırlıyorum.
1960’larda Martin Luther King’le birlikte Alabama’da, başkent Washington’da Özgürlük Yürüyüşleri’ne katılan Seeger, aradan 50 yıl geçtikten sonra, 90’ında, bu kez de New York’ta caddelerinde gençlerle kilometrelerce yürüyor, onların İşgal hareketlerine eşlik, yoldaşlık ediyordu.
Amerikan egemen çevrelerinin yıllar boyu kara listeden indirmedikleri bu insan,
bu devrim dervişi, 2009’da Obama’nın görevi devralma törenine çağrılıydı, Bruce Springsteen’le birlikte. Orada, resmi ideolojinin ve 60 yıldır tüm yönetimlerin en hafif deyimiyle yok saydığı bu insan, şarkıların insanı yücelteceğini, onları dünyayı değiştirecek eylemlere yüreklendireceğini bir kez daha, seçilmiş ABD başkanının önünde dile getiriyor, oradaki herkesçe ayakta alkışlanıyordu.
Bruce Springsteen, “Tüm o piçleri aştın geldin, onlar toz oldu gitti, sen burada ayaktasın,” dediği kadar vardı.
Bilmeliyiz ki, Peet Seeger ve onun gibiler hep ayakta kalacaklar.