Başbakan Erdoğan siyasi hayatında belli ki zirve noktası, ele geçirilmesi gereken bir ganimet olarak gördüğü cumhurbaşkanlığı makamını nihayet elde etti. Ve belli ki Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı dönemini, içinde bulunduğu siyasi hareket açısından bir zafer olarak görmüyordu. Yoksa bu mesele bu kadar büyümez, etraf ‘Yeni Türkiye’ laflarıyla dolmazdı. Bu aslında Erdoğan’ın kişilik yapısı hakkında çok şey açıklıyor. Zira AKP yöneticileri, ideologları ve Erdoğan, uzunca bir süre kendilerini bir ‘siyasi hareket’, bir ‘dava partisi’ olarak sundular ve öyle anlaşılması için sürekli olarak yakın ve uzak tarihten referanslar verdiler. Bu hareketi yakından takip eden gözlemciler için de tablo birkaç yıl öncesine kadar üç aşağı beş yukarı böyleydi – ta ki cumhurbaşkanlığı seçimi ufukta görünene kadar. Erdoğan’ın bu süreçteki hali, tavrı ve Gül’e yaklaşımı, kendi siyasi istikbalini, olası ‘başkan’lığını, neredeyse davanın önüne koyduğunu ve AKP’nin Erdoğan’ın partisi haline geldiğini gösteriyor.
Gelelim Türkiye’yi bekleyen muhtemel gelişmelere. İki konuda, belli ki sıkıntı yaşanacak: Erdoğan’ın bir başkan gibi davranmak istemesi ve bunun neticesi olarak AKP içinde yaşanacak çalkantılar. İkinci kısım hakkında tahminde/çıkarımda bulunmak için henüz erken, ve zaten bu konuda etrafta bol kulis haberler var, ancak Erdoğan’ın ihtiraslarının bir ‘sistem’ krizi yaşatması muhtemel. Ne tür krizler ya da daha doğrusu belirsizlikler yaşayacağımızı tahmin edebilmek için cumhurbaşkanlığı seçimi öncesindeki tabloyu hatırlamak faydalı olabilir. Bu dönem, Erdoğan ve çevresindeki kliğin neredeyse tüm kurumlarla sert bir çatışmaya girdiği dönemdir. Mesela:
- Merkez Bankası: Erdoğan kliği (bu kliğe Babacan, Arınç, Şimşek gibi isimleri dahil etmiyoruz) yüksek enflasyondan Merkez Bankası’nın faiz politikasının sorumlu olduğunu ısrarla savundu ve bunu bir siyasi argüman/çatışma haline getirdi. Oysa biraz ekonomi bilen herkes, mevcut durumda MB’nin faizleri belli bir seviyede tutmaktan başka çaresi olmadığını görür. (Bunun elbette tek ve değişmez bir formülü yok ama Türkiye gibi cari açığı yüksek, kırılgan ülkelerde kur yükselince enflasyon da yükseliyor. Ve enflasyon belli bir seviyede –kur ile birlikte– kalıcılaştıysa, faizleri indirmenin pek bir anlamı yok, hatta global sistem içinde kalmak istiyorsanız bunun negatif bir etkisi olur. Zaten MB de bu yüzden faizleri bir geceyarısı yükseltiverdi.)
Ancak iktidarını dıştan gelen sıcak para destekli ekonomik istikrar üzerine kuran AKP’nin bu yüksek enflasyon ve kurdan birilerini sorumlu tutması gerekiyordu, çünkü ‘ekonomik istikrar’ dediğimiz sistem, aslında dipten ciddi biçimde su sızdırıyor. Ve AKP’nin elinde bunu engelleyecek bir imkân, bir politika yok. Dolayısıyla, perde önünde bir oyun oynanıyor; bu oyun ciddiye binmesi ve Babacan, Şimşek gibi, oyunu kuralına göre oynamaya çalışan, Erdoğan kliğinin uzağında kalan isimlerin ekonomi yönetiminden uzaklaşması durumunda bir türbülans yaşanması, ihtimal dahilinde.
Her neyse. Tablo ‘bağımsız’ olması gereken MB’nin ne tür politik ayak oyunları arasında kaldığını göstermekle kalmıyor, kendini ‘başkan’ olarak gören Erdoğan’ın bundan sonraki hamleleri için de iyimser bir gelecek sunmuyor. Burada gerilimin daha da yükselmesi ve hem ekonomik, hem de ‘sistemsel’ bir sarsıntı yaşanması muhtemel.
- Yargı: Mevcut durumda en büyük fırtınalardan biri de yargı çevresinde kopuyor. 12 Eylül 2010 referandumuyla yargıyı neredeyse tamamen Cemaat’e teslim eden Erdoğan kliği, hâlâ bu tabloyu tersine çevirmeye çalışıyor. Ancak bu yapılırken zaten perişan durumda olan hukuk sistemi iyice darmadağın ediliyor. Tüm bunlara rağmen, birkaç aydır işlerin tamamen zıvanadan çıkmasına engel olan bir Anayasa Mahkemesi (AYM) vardı. Ancak ‘Başkan’ ne tür bir Anayasa Mahkemesi dizayn edecek ve sırası geldiğinde hangi profilden isimleri atayacak gibi bir soru var. Aslında soru moru yok, ne yapacağını çok iyi biliyoruz. AYM Twitter yasağını kaldırdığında ‘milli’ olmamakla itham edilmişti, Erdoğan ve çevresi tarafından. Dolayısıyla, bu konuda bir gerilim yaşanması ve özgürlükleri daraltıcı yönde adımlar atılması muhtemel.
- İdare: 1982 Anayasası elbette bir darbe anayasasıdır ve toplumun hele ki şu hali için, çok dar bir korse vasfındadır. Siyaset üzerinde devlet kontrolü kurduğu da açıktır. Ancak yönetim açısından baktığımızda –niyeti pek halisane olmasa da– güçler ayrılığı meselesini ıskalamamaya çalışmıştır. En basitinden, kimi atamaların üçlü kararnameyle olmasında amaç bir ‘konsensüs’ üzerinden gidilmesini sağlamaktır. Burada hemen “Ya vesayet?” demenin, hele şu saatten sonra, bir anlamı yok. ABD’de mesela bazı atamalar için Kongre-Senato onayı aranır. Yani toplumu oluşturan kanatlar arasında bir konsensüs, her zaman, her yerde aranır. Ancak Erdoğan’ın fiili başkanlığıyla burada neler yaşayacağımız bir muammadır. Erdoğan kliğinin, her türlü gelişmeyi getirip “Vesayeti yıkıyoruz” formülüne tıkıştırmasıyla bu konunun sağlıklı tartışılıp tartışılamayacağı da muammadır.
Velhasıl, Erdoğan’ın ‘halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı’ makamını, kendisi için ‘fethedilmesi gereken bir toprak’ olarak görmesi nedeniyle, çarpık bir sistemle geçireceğiz önümüzdeki dönemi. Bunda, 2007’de Gül’ü seçtirmemek için olmadık kombinasyonlara giren klasik devletin de payı var, hem de epey var. Enerjisini bu tür meydan okumalardan alan AKP’nin fırsatı kaçırmamasıyla bugüne geldik. Artık “şöyle olsaydı, böyle olsaydı” demenin âlemi yok. Beri yandan, üzerinde iyi düşünülmüş ‘denge’ ve konsensüs mekanizmaları hayata geçirilmeden ‘başkan’ seçmenin, AKP’nin bile paçasına dolanacağı da ortadaydı. Belli ki önümüzdeki dönem, bu kördüğümü çözmeye çalışmakla geçecek.