Seçim atmosferleri malum, milliyetçiliğin özellikle prim yaptığı zamanlar. Hal böyle olunca memleketteki farklıya nefret katsayısı misliyle artıyor. Dahası bizzat siyasi erkin kendi duruşu hedef gösterici iklime meşruiyet kazandırabiliyor. Başbakan Erdoğan’ın söyleminde olduğu gibi.
Bir mitinginde diğer cumhurbaşkanı adayları CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na Alevi, HDP'nin Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'a Zaza olduğunu ilan etmesini buyuran Erdoğan, sözün sonunu, şimdiden unutulmaz replikler arasına giren ifadeyle şöyle getirmişti: 'Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol. Benim için neler söylediler. Çıktılar bir tanesi aynı zihniyet. 'Gürcüdür' diyen oldu. Çıktı bir tanesi affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu. Ben dedemden, babamdan öğrendiğim Türküm. Herkes istediği yöne çekiyor.”
Başbakan kendince nazik davranıp “Ermeni dölü” lafını ağzına almamayı tercih etmiş. Oysa sorun değil, biz o lafı Meral Akşener’in bakanlığı zamanında işitmiştik. Ama zaten sadece lafın kendisini değil, kimliği de bir küfür olarak yaşayıp yansıtıyor Başbakan. Ülkesinin vatandaşları arasında Ermeniler de varken hem de. Ama seçimde kelle hesabıyla yüzde sıfır nokta bir bile etmeyen azınlıkları kim ne yapsın…
Hatırlayalım, Başbakan Erdoğan “kardeş kavimler” listesini sıralarken Türkler, Kürtler, Araplar, Lazlar, Çerkesler gibi Sünni Müslüman silsile takip eder. Bugüne kadar o halklar arasında Türkiye’nin gayrimüslim azınlıkları olan ve her birinin bu topraklardaki geçmişi çok eski zamanlara dayanan Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler hiç yer almazken, es kaza isimlerini anmak gerektiğinde de hep “affedersiniz” kalıbına mahkûm oldular. Bu bağlamda ilk örnek Erdoğan’ın 10 Haziran 2011’de kendisi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili çok sayıda kitap bulunduğunu ifade ederek, 'Bu kitaplar içerisinde ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz ne affedersiniz Rumluğumuz hiçbir şeyimiz kalmadı' demesiyle yaşandı.
“Affedersiniz” bir ortamda uygunsuz bir söz, bir küfür sarf edildiğinde kullanılır. Muhataba “Sen üzerine alınma ve kusuruma bakma” der gibidir. Peki ya bir etnik kimlik küfre dönüştüğünde ne olur? O zaman acaba kim kimi affeder?
Yüzleşemediği Ermeni Soykırımı’nı yumuşak karın olarak taşıyan ve “Türklüğü tahkir ve tezyif” kumpası altında hedef gösterilerek öldürülen Agos’un kurucusu ve Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in cinayet davasını halen bir müsamere sakilliğinde yürüten bir devlette özür ve af çok ayrı bir anlam taşır. Ne de olsa etnisiteye gelene kadar utanacak çok şey var.
Sahi bu kimlikler ne ola ki? Hangisi topyekûn gurur ya da utanç vesilesi olabilir? Hangisi bir başına insanın biricik hikâyesini anlatmaya yetebilir? Bunlar elbette ki Başbakan’ın kendine mesele ettiği sorunlar değil. Gürcistan gezisi sırasında 'Ben de Gürcü'yüm, ailemiz Batum'dan Rize'ye göç etmiş bir Gürcü ailesidir' diyen Erdoğan, şimdi, seçim arifesinde besbelli milliyetçi oyların cazibesiyle Gürcü olmayı, hele hele Ermeniliği Türklüğüne hakaret kefesine koymuş. Dert değil, nasıl olsa Ermeniliği, Kürtlüğü, Rumluğu, Yahudiliği ve dahi tekmil diğer kimlikleri tahkir ve tezyif diye düzenlenmiş bir madde yok. Hoş bunu arzulayan da yok. Ama berikinin halen varlığını sürdürmesi ve diğer yandan havaya karışan ırkçılık, ayrımcılık moleküllerinin nefesleri kesmesi karşısında insan isyan ediyor.
O isyanı sadece bir Ermeni olarak değil, bu ülkenin bir vatandaşı olarak da hissediyorum. İşte önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Ve bu seçim adaylar değil, istikamet namına yapılacak. Ben yönümü Selahattin Demirtaş’a döndüm. Onun şahsında başka türlü bir Türkiye’nin ihtimaline tutuldum. Bu hayal, bahsi geçen bütün bu çirkin gerçeklere katlanmamı sağladı.
Sonra kendime döndüm, bir baktım. “Ecnebi”değildim. Buralıydım. En kökünden buralı. Unutturmak isteyenlere inat bir kez daha hatırladım.