Dünyanın en prestijli şarap dergilerinden Decanter, her yıl yaptığı gibi bu yıl da düzenlediği şarap yarışmasının sonuçlarını açıkladı. Memleketimizin ileri demokratik yasaları gereği, kimin hangi ödülü aldığını söyleyemiyorum ama yarışmada 80’e yakın Türkiye şarabının madalyaya değer bulunduğunu ve bunun hiç de küçümsenecek bir şey olmadığını belirtebilirim. Bu tarz yarışmalar, buna benzer yorumlar ve yazılar, şarap piyasasını çok geliştiren, tüketiciye iyi ürünün kolay anlaşılır bir şekilde sunulmasına hizmet eden, son tüketicinin ve şarap üreticisinin hayatını epey kolaylaştıran şeyler.
Şarapları kalitelerine göre sınıflandırmak, puanlar vermek, çeşitli payelere değer bulmak çok yeni değil. Örneğin, Fransa’nın meşhur Bordeaux bölgesindeki üreticiler, 1855 yılından beri sınıflandırılıyor. Bildiğiniz manada şarap yazımı ise, çok daha genç bir uğraş.
Benim de dahil olduğum bir iş kolu olan ‘şarap uzmanlığı’ (belki ‘şarap ukalalığı’ demek daha doğru), edebiyat eleştirmeni Profesör George Saintsbury’nin ortaya çıkardığı bir kavram. Saintsbury, 1920 yılında, ‘Notes on a Cellar Book’ (Bir Mahzen Defteri Üzerine Notlar) adlı, o güne dek görülmemiş türden bir kitap yayımladı. Kitapta, üzüm cinslerinden hiç bahsetmeden, ömrü boyunca içtiği, tattığı, mahzenine koyacak kadar değer verdiği şarapları, bu şarapların geldiği bağları, köyleri ve üretildikleri rekolteleri anlatan Saintsbury, tada dair yorumlarda bulunmayı “şarap argosu” olarak gördüğünden, bu konulara girmemişti. Ona göre şarap bir bireydi, bir türe ya da markaya indirgenmemeliydi. Her tat bir yerin ve oraya ait geleneklerin eşsiz imzası anlamına geliyordu.
Bu kitapla başlayan şarap yazımı yıllar içinde epey şekil değiştirdi. Bugünkü yarışma ve puanlama sektörünü oluşturan ise, ‘The Emperor’ (İmparator) adıyla taltif edilen Robert Parker Jr.
Parker, asıl mesleği avukatlık olan ve ABD’nin Maryland eyaletinde sade bir hayat süren bir adam. 20’lı yaşlarına kadar sadece kola içmiş. Nişanlısıyla yaptığı bir Fransa seyahatinde şarapla tanışmış; kanına giren şarap aşkı hayatını değiştirmiş. Bugün yılda 10 bine yakın şarap tadan ve bilim adamları tarafından, çok üstün bir tat alma yeteneğine sahip olduğu belirtilen Parker, memleketine döndüğünde tüm zamanını ve parasını şaraba yatırmış. 1978 yılında, iki ayda bir çıkan, herhangi bir reklam almayan ve posta yoluyla abonelere dağıtılan şarap bülteni ‘Wine Advocat’ı yayımlamaya başlamış.
Saintsbury’nin aksine, Parker, şarabın menşeine, tarzına değil tadına odaklanıyor ve bu tadı, herkesin rahatlıkla anlayacağı şekilde okurlarına sunmaya çalışıyor. Parker Sistemi ile, tadımını yaptığı şarapları okurlarına tanıtıyor ve her birine 100 üzerinden puan veriyor. Puanlamanın esası şöyle: Şarap, sadece şişelenmiş olmasından dolayı en az 50 puan alıyor; 5 puan renk ve görünüşe, 15 puan aromaya (ya da yıllanmayla oluşan kompleks kokular olan bukeye), 20 puan damakta bıraktığı lezzet hissine ve kalıcılığına, son 10 puan da genel kaliteye ve şarabın yıllanabilme özelliğine veriliyor.
Parker’ın getirdiği bu yeni değerlendirme skalası, kısa zamanda, dünyada herkesin şarap konusuna yaklaşımını kökten etkiliyor. Ama her şeyin bir yan etkisi var; bu puanlamalar, zamanla ‘Parkerizasyon’ denen bir etki yapmaya başlıyor. Şarap üreticileri, bölgelerinin ya da ürünlerinin özelliklerini göz ardı edip, Parker’ın seveceği şaraplar üretme yarışına girebiliyor. Bu, bir nevi tektipleşme yarattığından pek çok şarapseveri kızdırıyor. Parker, biraz yüksek alkollü, içime hazır ve fıçı aroması baskın şaraplara daha yüksek puan veriyor ve bu şaraplar satış fiyatlarını kısa sürede 10’a, bazen 20’ye katlıyor.
Ancak, Parker’ın şarap sektörüne yaptığı katkı yadsınamaz. Şarabı sadece elit bir zümrenin anlayacağı, gizemli bir içki olmaktan çıkarıp kolay anlaşabilir bir şeye dönüştürme yolunu açmış, onu olumlu manada globalleştirmiştir, ‘İmparator’.
Şarap tüccarları ve şarapseverlerin işini kolaylaştırsa da, pek çok şarapsever bu puanlamalara biraz şüpheyle yaklaşıyor. Ben ikisinin ortasında bir yerlerdeyim ama Roger Scuton’un* şu sözlerine katılmadan edemiyorum:
“Chateau Lafite’in (Bordeaux bölgesinde bir şarap üreticisi, Bordeaux’un ve tabi ki dünyanın bazı en iyi şaraplarını üretir) tadını tarif etmek beyhude bir çaba. Burunda, dilde ve damakta bıraktığı etki sözlerle anlatılamaz, ayrıca Robert Parker gibi şarap uzmanlarının yeni âdetini, yani her şişeyi sanki zorlu bir yarışta birincilik için yarışıyormuş gibi puan vermeyi ancak hor görebiliriz. Kırmızı bir bordo şarabına puan vermek, senfonilere puan vermeye benzer. Sanki Bethoven’in 7., Çaykovski’nin 6. senfonileri, 90 ile 95 arasında bir puana sahiplermiş gibi.” (‘İçiyorum Öyleyse Varım: Filozofun Şarap Rehberi’, çev. Akın Terzi, Aylak Kitap, 2012)