LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Yaz kitabı lezzetli olmalı

‘Yaz kitabı’, ‘plaj kitabı’ gibi tanımlamaları sevmesem de, bazı kitaplar, gerçekten de bazı yerlerde daha keyif verici olabiliyor. İçinde yemek geçen kitapları diğerlerinden daha çok severim; bu tarz kitaplar bende daha çok iz bırakmıştır. Bu nedenle, illa yaz kitabı diye bir şey seçeceksem, yemekle haşır neşir olmalı. Bazı kitaplar, konusu ne olursa olsun, ne anlatırsa anlatsın, edebi keyfin yanında, damakta çok bariz bir yemek tadı da bırakır. Jean Kerouac’ın ‘Yolda’ adlı kitabından aklında en çok ne kaldı diye sorduğunuzda, sürekli yenen elmalı turta ve dondurma dersem ayıp olmaz herhalde. Ya da, Marcel Proust’un ‘Kayıp Zamanın İzinde’ serisinin ilk kitabı ‘Swanların Tarafında’ki, adeta bir zaman makinesine dönüşen çaya batırılmış kurabiye, en az kitap kadar meşhur olmuştur.

Ama insanı en ikircikte bırakan yemek tasviri, herhalde, Emile Zola’nın ‘Tazı Payı’ adlı romanındaki sahnedir. Sayfalar boyunca, gösterişli evin şaşaalı yemek salonunda verilen yemekler, şaraplar anlatılır; yemeklerdeki cömertliğin kendi iç dünyalarındaki vicdan yoksunluğunu örtemediğini görürsünüz. Kitaptaki ikircik de burada başlar. Anlatılan insanlardan pek hazzetmediğiniz halde, o insanların sofrasında olmayı istemiyor da değilsinizdir hani...

Bizim edebiyatımızda da yeme-içme çok anılsa da bu konuda Refik Halid Karay kadar güzel yazanını bulmak zordur. ‘Makyajlı Kadın’ kitabında yazdıklarına bir bakar mısınız…

“Domatesle patlıcanı kaldırınız –vezinle kafiyeden mahrum şiirler gibi- yaz yemekleri ne kadar yavan kalır! Domates vezin, patlıcan kafiyedir. Zaten dikkat ediniz iyi aşçılar yemeklerin şeklinde, eski şairlere benzerler; sıra, dizi, tenasüp hulasa mimariye ehemmiyet verirler. Mesela bunların yaptıkları bamya, öyle lüzucetli su içinde –torpillenmiş gemi tayfası gibi- kafaları dışarıda, canbur cunbur yüzmez. Kuşhaneye gayet itina ve ihtimamla dizilmiş, tabağa ters çevrilmiş, bir kubbe manzarası arz etmiştir, domatesler bu kubbeye kırmızı kadifeleri ile ve sovanlar da beyaz gezileriyle bir şenlik günü manzarası veririler. İnsan kaşığı daldırmadan evvel o altın yaldızlı, sapa sağlam, san’atli ve değerli binaya bakakalır ve eski bir imarethaneyi yıkmaya hazırlanan belediye mühendisi gibi düşüncelere dalar!”

Bu satırları ağzınız sulanmadan okumanızın imkânı yok. Sadece yemek için değil, 80-100 yıl önce İstanbul, Adalar nasıl yerlermiş, yeme-içme-sosyal hayat nasılmış diye merak ediyorsanız, Refik Halid Karay’dan çok keyif alırsınız.

İnkılâp Kitabevi, yazarın külliyatını basmıştı. Şimdi de, 1938-1965 yılları arasında, Tan, Akşam, Yeni İstanbul, Zafer gibi dönemin gazete ve dergilerinde yayımlanan eserlerini ‘Memleket Yazıları’ serisinde derliyor. Serinin benim gibi bir oburun en çok keyif alacağı kitabı, adından da anlaşılacağı üzere, ‘Mutfak Zevkinin Son Günleri’.

Yaz aylarında, ayaklarınızı uzatıp, iştahla okuyabileceğiniz, lezzetli bir kitap. Eskiler boşuna “Türkçeyi en güzel yazan adam” dememiş...