Ne olacak; tarih 40 yıl içinde ikinci defa tekerrür etmeye, CHP de ikinci defa kendinden kurtulmaya, adam olmaya çalışıyor.
Hemen halledelim de öyle devam edelim: CHP adam değil miydi? Bir açıdan, idi. Fevkalade zor koşullarda bu ülkeyi kurdu, ayakları üstüne dikti, 1718-30 Lale Devri’nden beri süregelen olayı hedefine vardırdı; kolay iş değildir.
Ama, işin aması var:
1) Tabii ki, her ülke nasıl kuruluyorsa öyle kurmuştu: Sert, aşırı merkeziyetçi, acı verici. 1981’de Mitterrand’ın dediği gibi, devam edebilmek için Kuruluş’takinin tersini yapmak, merkeziyetçilikten kurtulmak, oda sıcaklığına gelmek gerekiyordu.
CHP bu yumuşak iniş fırsatını, paradoks gibi gözükmesin, 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’nin (DP) seçim zaferiyle yakaladı. Ve berbat etti. “CHP kafası” yumuşak inişe ancak 10 yıl dayanabildi, sonra küüt 27 Mayıs darbesi. Arkadan küüütt, 12 Mart. Arkadan küüüüt, 12 Eylül. Dünyanın küreselleşmeye geçtiği 1980’lerde, 1930’lara tornistan.
2) CHP’nin bu katılığı, Kuruluş için gerekli olanın çok ötesine taştığı için, açıkça bölücü oldu.
3 grubu bütün iktidarı boyunca anlamsızca ezmişti: Gayrimüslimler, Kürtler, İslamcılar. Gayrimüslimleri ezmenin dinci bir ırkçılık refleksi (bu terim üzerinde lütfen düşününüz) dışında hiçbir anlamı yoktu ve kelaynaklar kadar bırakıldıkları için o zavallılardan gık çıkamadı. Fakat diğer ikisi bu CHP kafası tarafından devlete düşman edildiler: a) Mesela aşırı jandarma mezaliminden DP gelince kurtulan Kürtler; b) Mesela ezanın Türkçeleştirilmesini işkence olarak gören ve bundan DP gelince kurtulan İslamcılar. (Burada okuyucuya bir not: Vakit sıkıntınız varsa, aşağıdaki içeriden paragrafları atlayınız).
(Hakikaten yahu, sana ne kardeşim? Sen mi kılıyorsun namazı? Bırak da kılan, ezanı istediği gibi duysun! Din gibi bir şeyi ulusallaştırmaya çalışmak nasıl bir “okumuş” kibridir, hiç düşündün mü? Şimdi sadece alkolü önlemek için değil, resmen intikam için birkaç yüz metre arayla yapılmakta olan camilerin sonuna kadar açılmış hoparlörlerinden yatak odalarımıza alacakaranlıkta dalan o canhıraş müezzinlerin, namaz kılmayanların uykusunu perişan etmesine hiç mi katkıda bulunmadın?)
Herhalde mutabıkızdır: Bu yüzdendir ki bu “kafa” PKK’yı 1984’te bal gibi isyan ettirdi, AKP’yi de 2002’de mis gibi iktidara getirdi.
Önemli şeyler oluyor
Yakın zamanlara kadar ulusalcıları kadife eldivenle tutmuş olan Kılıçdaroğlu nihayet liderliğe soyundu. Önce (yırtınanların bile aleyhine söyleyecek ciddi bir şey bulamadığı) Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday ilan ettirerek Erdoğan’ı fena halde ters köşeye yatırdı.
Sonra yanına Rıza Türmen’i de alarak Diyarbakır’a gitti. Orada şunları söylemesi, eğer sebat edecekse, tarihsel bir dönemin başlangıcı olabilir: ‘Diyarbakır’da yüzleşmeye geldik’, ‘Anadilde eğitimin karşısında değiliz; ‘Biz Çözüm Sürecinin hiçbir şekilde karşısında olmayız ve olmayacağız da. Bizden istenen desteği vermeye hazırız’; “Kürt meselesinde kırmızı çizgimiz yok’. Çözüm Süreci’ne bu yaklaşım devam ederse, Erdoğan’ın cephanesini gümm diye havaya uçurabilir.
Tabii ki bu noktaya bu devlet partisi kolay gelmedi. En azından 2013’ün başından beri, parti içindeki insan hakları savunucuları 1930’lar Kafası’nın aşılması için büyük çaba harcadılar.
Mesela Sezgin Tanrıkulu Mart 2013’te TBMM’ye teklifler sundu: “Nevruz resmî bayram olsun”, “Travma yaşatan isimler cadde, sokak ve kamu binalarından silinsin”, “Halepçe soykırımı resmen tanınsın”, “Diyarbakır Cezaevi müzeye dönüştürülsün.”
Mayıs 2013’te de Barış ve Demokrasi Bildirisi yayınlandı.
Mesela, ilerisi gerçekten parlak gözüken genç Bursa Milletvekili Aykan Erdemir, Lozan Md. 14 ve 40’ın ihlali olarak İmroz’da Rumca eğitimi yasaklayan 29.07.1964 tarih ve 2690 sayılı MEB kararının kaldırılması için Haziran 2013’te kanun teklifi verdi.
Mesela, S. Tanrıkulu başkanlığında Temmuz 2013’te hazırlanan “Toplumsal Barışı Demokrasi ile Güvence Altına Almak' başlıklı taslak raporda “Dersim arşivlerinin açılması”, “Siyasette Dil Yasaklarının Kaldırılması”, “Değiştirilen Yer İsimlerinin eski adıyla birlikte kullanılması”, “seçim barajının düşürülmesi”, “mayınlı arazilerin köylülere dağıtılması önerileri” yer aldı.
Mesela, R. Türmen Eylül 2013’te 'Anadilinde eğitim göremeyen çocuk 5 yıl geride kalıyor. Buna kimsenin hakkı yok. Kürt çocukların 5 yılını çalıyoruz' dedi.
Mesela, Kasım 2013’te Perihan Sarı Nusaybin’de “Biji aşiti biji birati - Yaşasın Barış ve kardeşlik” dedi (ve sonra MKYK dışında bırakıldı!)
Bu önemli şeyler niye oluyor?
Oluyor, çünkü deniz bitti. 1930’lar Kafası’yla daha fazla gidilemeyeceği, aksi halde Erdoğan karşısında sürekli mariz yemenin kader olduğu ortaya çıktı.
Ne gibi? Aynen, böyle giderse S. Demirel karşısında sürekli mariz yemenin kader olduğunun anlaşılması üzerine 1965’ten sonra “Orta’nın solundayım” diyerek kendini sosyal demokrat ilan ediş gibi.
Ne zoruyla? Aynen, Orta’nın Solu’nu Türkiye İşçi Partisi’nin zorlamış olması gibi, şimdi de BDP/HDP’nin zoruyla, bittabii.
O tarihlerde çığrışan Kemal Satırların, Turhan Feyzioğluların bugünkü gölgelerini anmaya değmez, ama bazı sözlerini hatırlatayım: “(Askere) Kağıttan kaplanmışsınız”, “(S. Tanrıkulu’na) CIA ajanı!”, “(Hüseyin Aygün’e) Manyak!”, “Baykal’ın değil çantasını her şeyini taşırım”, “Bana Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz”. Ve saire.
O zaman sonuç ne olmuştu? Orta’nın Solu ilan edildikten sonraki ilk seçim olan 1969’da CHP’nin oyu hafif düştü: % 27,36 (1965’te: % 28,75). Sonra fırladı: 1973’te % 33,29 (İstanbul’da Ahmet İsvan % 63.6), 1977’de % 41,38. Ecevit başbakan. Sanırım açıktır.
Niye böyle olmuştu? Çünkü CHP CHP’likten kurtuluyordu. Halkı ve alışkanlıklarını aşağılayan devlet partisi olmaktan çıkıyordu. “İnsana alışıyordu”, meşhur fıkranın tabiriyle. Halkın teveccühünün tek sebebi buydu.
Seçimlerde ne olacak?
CHP’nin şansını şu anda yükselten iki şey var.
1) CHP’deki toparlanma, Erdoğan’ın paniklemesine denk geldi. Ben sanıyordum ki Erdoğan, üzerinden o saldırgan ve bölücü üslubu cumhurbaşkanı seçimi yaklaşınca atacak, kuzu postuna bürünecek, seçimlere hazırlanacak (hâlâ da yapabilir; mesela seçimde BDP/HDP’yi yanına çekmek için tasarı çıkarmaya girişti).
Tersine, o berbat üslubu artırarak sürdürüyor. Tabii, niye kendini kontrol edemediğini anlamakta fazla zorlanmıyoruz:
Başından beri can ciğer kuzu sarması olduğu İslamcıların kaymak tabakasıyla yani Fethullahçılarla boğaz boğaza geldi, seçkin yetiştirmek on yılların işi, elindeki seçkinler de “… gelinim sen anla!” türünden mırıldanmalara başladılar; 06.06 2014 tarihli Agos’ta yazmıştım.
Rüşvet ve yolsuzlukların ayyuka çıkması bütün hukuk dışı çabalara rağmen önlenemedi. “Müslüman=Namuslu” denklemine korkunç halel geldi. Bu konuda daha fazla konuşmaya gerek yok.
Kürt meselesinde yukarısı bıyık aşağısı sakal oldu. Yani biraz reform yapsa oy deposunu karşısına alacak, yapmasa, demokratları ve stratejik oya sahip Kürtleri; aldı zaten. Rojava (Suriye) Kürtlerine karşı oluşunun yurt içinde yarattığı durum da cabası.
Artık üzerine fazla güven mi geldi, yoksa ne yapacağını mı şaşırdı, aynı şey, mesela hayvanat bahçesi müdürünü TÜBİTAK’a tayin ediyor. Özerk Merkez Bankası’na saldırıyor. Bağımsız Anayasa Mahkemesi’ne saldırıyor. Dava açtığına tutuklama vermeyen mahkemelere saldırıyor ve savcı ile yargıç da hemen uyum sağlıyor (bu yüzden, bekleyin, şimdi “yargıyı etkileme” suç olmaktan çıkartılacak). Musul Başkonsolosluğu rezaletini yayın yasağı çıkartarak örtüyor. Şimdi de, 12 Eylül’ün başyapıtı YÖK’e vakıf üniversitelerini kapatma dahil inanılmaz yetkiler veriyor…
Yabancı uzmanlar Türkiye’yi en kırılgan ekonomilerden biri ilan etmişken, Irak ve Suriye’de MİT’in TIR filolarıyla Mart 2011’den beri beslediğimiz Sünni İslamcı örgütlerden IŞİD ortalığı perişan etti, Ortadoğu’ya ihracatımız sizlere ömür. Özür dilemesine rağmen İsrail’le takışmayı devam ettirdiğimiz için, Hayfa üzerinden deniz açılımı da yapılamıyor. Sadece Irak’ın faturası 8,5 milyar dolar.
2) İki sivri adayın tokuştuğu seçimlerde, daha sivri olanın şansı yüksektir. Ama sakin görünümlü bir rakip karşısında olay tersyüz olabilir.
Akranlarım hatırlar; Barry Goldwater diye inanılmaz derecede sağcı ve çok güçlü bir Amerikan başkan adayı vardı, J. F. Kennedy’nin rakibi. 64’te kazanması bekleniyordu çünkü Kennedy de kendisi gibi sivriydi. Ama Kennedy öldürülüp yerine “yumuşak hatlara sahip” L. Johnson beklenmedik biçimde aday oluverince Goldwater yıkıldı. Ben 63-64’te Amerika’da idim, çok yakından izledim: Siyasi yorumcular bu yıkılmayı Kennedy’nin hatırasına değil, tamamen bu sivri-yumuşak olayına bağladılar.
Eğer muhalefet Erdoğan’ın karşısına sivri bir aday çıkarsaydı, Erdoğan kesin alırdı. Ama şimdi “yumuşak hatlara sahip” Ekmel Bey çıktı, Tarzan Zor Durumda. Zaten partiyi kime emanet edeceğini bir türlü bulamadı, aday olmaktan vazgeçip A. Gül’ün devamını sağlama olasılığı mantıken arttı. Tabii, siz işin oluruna bakın, Erdoğan bu; o kocaman egosunu dizginlemesi çok zordur.
Son laf
Bitirmek için farklı bir tona geçelim çünkü (Amerikan mahkeme filmlerinden iyi biliyoruz ki) “gerçeği, yalnız gerçeği, bütün gerçeği” söylemek lazım: Ekmel Bey bu geçiş dönemi için iyi bir seçim çünkü şu anda önemli olan, ülkeye korkunç zarar veren Erdoğan’ı ne yapıp yapıp zapturapta almak. Daha acili yok.
Ama bilelim ki Ekmel Bey, AKP’nin Türkiye’yi mecbur ettiği bir ara çözüm. Türkiye’nin 21. Yüzyıla intikal etmesi için CHP’nin ileride daha farklı bir aşamaya atlaması lazım.