Hayatta bir insanın başına gelebilecek en fena şeylerin başında anlam ve gerçeklik kaybı gelir. Yoksa, bakmayın, onca kırılganlığına, zaaf ve aczine rağmen temelde insan denen varlık öyle bir kudretle donatılmış ki aslında, an gelir, bir başına dünyayı sarsabilir. Yeter ki ayağımızın altından hakikat zemini alınmasın.
Oysa aylardır yaşadığımız tam da bu. Gezi Parkı direnişiyle yaşanan toplumsal ve siyasal yarılma, her gün içine yuvarlandığımız bir uçuruma dönüştü. Polisin amansız saldırısında hayatını kaybedenlerin ölümü için gerekçeler aranan, yasta ayrışılan zamanlardan geçtik. Ve zincirleme reaksiyon misali, bu hafta Adana’nın merkez Seyhan ilçesinde, Lice katliamı protestoları sırasında, polisin Akrep tipi bir zırhlı araçtan bomboş sokağa attığı ses bombası kafasına isabet ederek feci şekilde can veren 15 yaşlarındaki İbrahim Aras’ın ölümü sonrasında da kimi ajanslar ve Adana Emniyeti “El yapımı patlayıcı elinde patladı” iddiasında bulunabildi. Oysa Adli Tıp uzmanları, Aras’ın kafatası ve çene bölgesindeki hasarın dışında, vücudunun herhangi bir bölgesinde yara izine rastlanmadığını vurgulamıştı.
Öldürülmüş çocuk bedenlerinin bile siyasi malzeme devşirme ihtirasıyla didiklendiği, acı çekilmesine, yas tutulmasına yasallık kriterlerine göre icazet verildiği bir dönemde, aklımı korumak adına Turgut Uyar’ın ‘Acının Tarihi’ şiirine sarılır, bugünün tarihiyle onun dizelerine sığınarak halleşirim.
Kalın ve karanlık bir çatı merdiveni gibi
Giderilmez eksikliğini tanırım onun
Suyun bardakta duruşu gibi
Bir öfke usul usul büyürken kuytuda
Yemyeşil bir çayır görünümündedir
Haziran ortasında bir gümüş lüfer
Büyülü bir fotoğraf bir gümüş çerçevede
Ve evinde hemen hazır bir silah
Böyle kargaşalı günler döneminde
Beşer onar koparılan bir takvim sanki
Bahara
Böyledir işte günlerimiz. İçine azıcık mucize kaçmışken cehenneme dönüştürülebilir. Öfken, hayatın sunduğu olanakların sonsuzluğuna rağmen mahkûm edilen çıkışsızlığadır. Maruz bırakıldığın hoyratlığa. Salınıp durursun vapurdaymış gibi, geçmişle gelecek, umutla korku, isyanla inanç, gökle deniz, hayatla ölüm arasında. Her neyse, her nasıl geliyorsa...
Bunlar güzel şeyler biliyorum
Herkes de biliyor kuşkusuz
Ama ne kadar güzel ne kadar güzel
Serçenin kış günü yemidir
Alını akıtmalı bir atla düğüne gitmek
Ayışığı penceresi, bir güzel insan sesi
Ama ne kadar güzel
Kırda bir oğlak kadar
Kışlada bir türkü kadar
Rüzgarda kuruyan tülbent kadar
Oysa gece tam yarısıdır bir günün
Ve daha güçlüdür gündüzden
Gece, gündüzün devamı değil; sonsuza uzar, kendi içinde eklemlenir. Gündüzün oyalayıcı sesleri ortadan kalktığında, güneş altı mutluluklara da mesafelenir insan. Kendi karanlığını anımsar. Kuytulara itilmiş bir anı tam da gecenin ortasında boğar insanı. Uykuyu bulmayı değil, aramayı bırakırsın. Ve dahi huzuru da. Yorgunluktan uyuyamazsın. Ne yapsan olmaz. Yorganın ve sırtının bildiği sırlar, sözüne sığmaz anlatmaya kalksan.
Ben şimdi diyorum ki bir bak şu alanlara
Sokaklara köprülere kiremitsiz damlara
Taşlara sopalara aman vermez silahlara
Şehir haritasına trafik lambasına kan içinde adamlara
Kan içinde adamlara
Kan umutsuzluktur
Ona kendini hazırla
Ne kadar yalnız olduğumuzu hatırla
Açlıkları yoklukları kırımları
-Örneğin sensiz olmak ömrümün bir akşamında-
Bir bölgeden birine giden orduları uçaklarla
Yalanlar ihanetler karmakarışık limanlar
İki şeyin apansız karşı karşıya geldiği dünyada
Sevdiğinsiz kalmak, küsmek, kimsesizliğe gömülmek dünyanın ağrısını duyumsatır. Yersiz yurtsuzları, köyü yakılan, ocağı başına yıkılanı anlar, kuşatıldığın riyaya ayarsın bir an. Değil mi ki ruh da bir muharebededir, yıkıntılar altında kalanları fark eder umutsuzluğunda. Ve tersi de geçerlidir. Çevrende zulüm kol gezerken, küçük hayatının mutlulukları sanki ayıplı kaçar. Haram lokma gibi, bir an boğazına dizilir. Öfkelenirsin mutluluğundan utandığına.
Ben şimdi diyorum ki
Buna inanmak gerek
Bir susam gibi boyuna sulamak umutsuzluğu
Ve direnmek
Hep direnmek devam etmek adına
Diyorum ki acılığı eksilmesin ağzımızdan
Boyuna tükürmek için
Boyuna
Tükürük ki hayattır, hayattan aldığımız tadın ıslak mührü ve suratlara tükürdüğümüz isyandır. Ve umut her şeyin sonunda kendi elinde tuttuğunda, avucunda kalandır.