Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyıl saray ve camii mimarisine imza atan Balyan Ailesi’nin Boğaz’da yükselen eserlerinden ‘Büyük Mecidiye’ ya da halk arasında bilinen adıyla Ortaköy Camii, tamamlanan restorasyonun ardından ibadete açılıyor.
Abdülmecit tarafından 1853’te Nigoğos Balyan’a inşa ettirilen camii, geç Osmanlı mimarisi olan neo barok tarzının simgelerinden.
Bazı mekânların kaderinde vardır, sadece mimari akımların değil farklı anlamların ifadesi olurlar. Ortaköy Camii de bunlardan biri. Ne de olsa üç yılı bulan bir süre sonunda yeniden ibadete açılan Ortaköy Camii'ni düşünürken Çamlıca Camii yapımı tartışmalarında Başbakan’ın “Cami mimarisinde Müslüman olmayanların o ruhu yakalaması zor” şeklindeki sözlerini anımsamamak mümkün değil. Ortaköy Camii, bu yaklaşıma karşı verilen koca bir cevap gibi yükseliyor.
İstanbul gibi çokkültürlü ve çokkatmanlı şehirlerin ruhu, aslında paylaşılan ortak kültürün moleküllerinden oluşur. Bahsi geçen ruh, yaşanmışlık ve emek ürünüdür, bu haliyle de tek bir kültür, dil ya da dinin tekelinde değildir. Gayrimüslim mimar, usta, kalfa ve zanaatkarların başta camii olmak üzere İslam kültürüne ilişkin eserleri yaratmadaki maharetleri, kalıpçı zihniyetleri yerle bir eden bir seviyede. Bugün İstanbul'u Boğaz boyunca sıralanan camii, saray, kasr, kışla, eserleri ile tanınan, birkaç kuşak boyunca kalfa-i hümayun olarak saraya hizmet veren ve Batılılaşma döneminde bile yerel Osmanlı unsurlarındna taviz vermeyen Balyan ailesi olmaksızın düşünemiyorsak, o ruhu yeniden düşünmenin tam zamanıdır.
Hazır düşünmeye başlamışken yine bugünlerde 31 Mayıs sabahında Anadolu Gençlik Derneği'nin 'Seccadeni al da gel' sloganı ve 'Sabah Namazında Ayasofya Camii'nde buluşuyoruz' başlıklı etkinliğini anımsamakta da fayda var. Sabah namazının ardından 'Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın' sloganları atan grup, Ayasofya'nın camiye dönüşmesi talebini haykırdı.
Oysa bahsi geçen Ayasofya, tam da Hıristiyanlık ve Müslümanlığa gönderme yapan ikonları ve hat sanatı şaheserleri ile ziyaretçisine bahsettiği o araf hali ile büyülüdür. Herkese kimlik kıyafetlerinden arınarak bir süreliğine çırılçıplak kendi olma özgürlüğünü bahşeder.
Haykırılan talep dini olmaktan öte siyasi bir ağırlığa denk geliyor. Bizans'tan bu yana iktidarın simgesi olan ve halen müze olarak ziyretçilerini ağırlayan Ayasofya, Ekümenik Patrik Bartholomeos'un bu yakınlarda Agos'a yaptığı son açıklamasında da belirttiği üzere “Mesihin Büyük Kilisesi manasını taşıyan ‘Meğali tou Hristou Ekklisia’dır ve bütün Hıristiyanlık dünyasında böyle tanınmaktadır.”
Yaklaşan seçimler öncesi besbelli oya tahvil edilebilecek ağırlığı ile gündeme gelecek olan mekân, halen bir türlü ibadete açılmamış Ruhban Okulu'nun karşı kutbu olarak da koz kisvesine bürünmeye münasip.
Oysa ona reva görülen bu muammele nasıl da o biricik ruhuna aykırı. Çünkü mekânların ruhu, aslında içinden geçtikleri ve biriktirdikleri bütün o yaşamlardır. Bu açıdan bakıldığında Ortaköy Camii'ni Ermeni mimarları Balyan ailesinden, Ayasofya'yı da görkemli kilise tarihinden ayrı düşünmek mümkün olmaz. Çünkü böyle yaptığımızda, sanki İstanbul eninden boyundan çeker, büzüşür ve azalır.
Yaşayan bugünkü sakinlerine emanet bütün mekânları ile İstanbul'un beklentisi, çokparçalı, bol hareli ve pek hareketli o kaleydeskop ruhuna sahip çıkılması olsa gerek. Çünkü o ruhu hissetmeden, başka kültürlerin izlerinden korkmamayı öğrenmeden bu şehir kimsenin olmaz. Kaç kere fethedilirse fethedilsin...