YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Muhalefet arayışı ve Gezi

Geçen hafta AKP’nin son dönemdeki karakterini analiz ettiğim yazımı “Haftaya da muhalefeti konuşalım” diye bitirmiştim. Tam da Gezi’nin yıldönümünde, uygun bir zamanlama olabilir.

Gerçi bu ‘yıldönümü’ atmosferine girmekte son derece tereddütlüyüm. Zira bir yıldönümü, aynı zamanda ‘olmuş, bitmiş’ bir meseleden bahsediliyormuş hissi de yaratıyor. Denebilir ki “Gezi bir anlamda bitmedi mi?” Belki de öyledir, ama bu yönde ne kadar gösterge varsa, bir ‘sürecin’ içinde olduğumuz yönünde de o kadar, hatta daha fazla gösterge var.

Gelelim AKP’nin toplumu çoğu zaman boğan, nefessiz bırakan bir ‘tek parti’ hüviyetine bürünmesiyle, bilhassa Batı’da başlayan muhalefet arayışına. Arayışın güçlenerek sürdüğünü ama amiyane tabirle hâlâ ‘akacak mecra’ bulamadığını söyleyebiliriz. Sırayla gidelim.

Gezi: AKP burada kendine ciddi bir tehdit gördü ve Gezi direnişini kriminalleştirmek, ona darbeci, hatta çözüm karşıtı bir hüviyet vermek için tüm ‘ideolojik’ aygıtlarını kullandı. O günlerde parkta toplanan ya da sokağa çıkanlar içinde ulusalcı tonlara rastlanmakla birlikte, bir bütün olarak bakıldığında, Gezi’ye ‘darbeci’ ya da ‘çözüm karşıtı’ demek açık bir çarpıtmadır. Gezi’de AKP ve çevrelerini asıl korkutan, toplumun siyasallaşması ve bunu klasik siyaset kanalları dışında icra etmesiydi. Müesses nizamların en çok korktuğu şey budur. Biraz da bu yüzden, devlet/AKP Gezi’ye tüm gücüyle saldırdı; çünkü CHP - vesayet ikilemine sıkıştırdığı ve bunu yaptığı sürece kolaylıkla baş ettiği muhalefetin yerini alabilecek, yeni, siyaset etme biçimini de değiştirecek bir dinamiğin geliştiğini, güçlendiğini gördü. Mevcut durumda bu dalga devlet/AKP terörü karşısında biraz geri çekilir gibi olduysa da, –Berkin Elvan’ın cenazesi gibi– spontane hamlelerle AKP’yi korkutmayı sürdürüyor. Elbette bu mevzii geri çekilişte devlet baskısını tek neden olarak göremeyiz. Büyük dalga durulduktan sonra bu direniş ve yeni siyaset biçiminin nasıl sürdürüleceği konusunda bir yorgunluk ya da durgunluk olduğu söylenebilir.

CHP: 30 Mart seçimleriyle umduğu sıçramayı yapamadı. CHP’ye uzak duran laik-şehirli-muhalif kesimin oylarını ancak böyle bir kamplaşma ortamında alabileceği, onda bile genişçe bir çevreyi ikna edemediği ortaya çıktı. Bana sorarsanız, mevcut durumda CHP’den daha fazlasını beklemek haksızlık. Hem Kürt sorununda ileri adım atma, hem oy deposu olan ulusalcı kesimi küstürmeme, hem Orta Anadolu’daki muhafazakâr kesimi kazanma, hem de Alevi oylarını tutma gibi zor bir görev bekleniyor CHP’den. Mevcut CHP’nin bunların tümünü yapması çok zor. Muhtemelen kimi rötuşlarla böyle devam edecek. Yine de, durum böyle diye CHP’yi kendi haline bırakmak şart değil. CHP’yi ‘daha iyiye, daha güzele’ doğru zorlamak meşrudur.

HDP/BDP: Şu günlerde kongrelerle, yeni yapılanmalarla uğraşsalar da AKP-CHP-MHP üçlüsünden oluşan siyaset çarşısına ve hâkim ideolojiye karşı karşı en güçlü duruşun oradan gelebileceğini görüyoruz. AKP karşısında güçsüz ve çaresiz kalmış kimi şehirli-laiklerin de durup durup “Kürtler nerede?” diye sızlanması bundan. Burada Batı’nın belki de anlayamadığı bir mesele var. Kürt hareketi bir yandan AKP’ye rağmen çözüm sürecini ilerletmek gibi gayet zor bir işi yaparken, bir yandan da mevcut taşlaşmış siyasi yapıları değiştirmek, zorlamak gibi, yine gayet zor bir işe girişmiş durumda. Ve bu zor işlere, bugüne kadar ‘bölge’de olup bitenlere ilgisiz kalmış, sokak muhalefetinin kendileriyle başladığını düşünen kimi ‘Batı’lı’ çevrelere, devlete karşı direnmenin, örgütlenmenin, dirençli olmanın yollarını göstermek de dahil galiba. Beri yandan, CHP’ye uzak duran şehirli-laik-muhalif kesimin ve kimi sol akımların, HDP/BDP ile birlikte ya da yan yana yürümeye hâlâ ikna olmadığı görülüyor. Önümüzdeki döneme damgasını vuracak olan da, sanıyorum, bu tablo.

‘Batı’daki belli bir kesimin Kürt hareketine, kendi işine yaradığı sürece kıymet verme anlayışını bırakmasında fayda var. Yani, “AKP’yi devireceksek, ben evde otururken sen savaşacaksan, kıymetlisin; yoksa gözüme görünme” anlayışı, Kürt hareketine hâlâ üstten, kibirle bakan, hayli ‘efendi’lik taslayan bir anlayış. Kürt hareketinin daha kapsamlı bir gündemi olduğunu görmek gerek.

Beri yandan, HDP/BDP’nin, Batı’nın da birinci muhalif hareketi olmakta kimi güçlükleri olduğunu, argüman kurmakta zorlandığını, bilhassa sol-sosyalist kesimle temasta tıkanıklıklar yaşadığını görmek gerek.

Mevcut durumda muhalif hareketin önümüzdeki dönemde üç kanalda yoğunlaşabileceğini düşünebiliriz. Ulusalcı ya da o düşünceye yakın kesimin CHP’yi bırakmayacağını, ancak CHP’nin bir ‘tık’ daha ‘bu taraflar’a yaklaşacağını düşünebiliriz. Kürt hareketi açısından yeni bir döneme giriliyor, bilhassa çözüm sürecinde hem “Bir şeyler oluyor”, hem de “Hiçbir şey olmuyor” havası, aynı anda dolaşımda. Dolayısıyla, buradaki öncelikleri bugünden kestirmek zor. Ancak AKP’yi yine de hayli zorlayacak bir potansiyel, gücünü koruyor. Geriye kalan ‘Batı’ ne yapacak? Mesele bu.

(Alevilerin durumuna bilerek değinmedim, zira hepsi tek bir yazıya sığmıyor. Bunu ve tek bir ‘Batı’ olup olmadığını haftaya konuşalım.)