300 küsur aile perperişan oldu. Ama bu sefer büyük teselli: Boşuna ölmediler. Soma maden rezaletinden çıkan dersler, yarın üniversitelerde okutulacak: 1) Şirket rezildir, ama Erdoğan’ın kurduğu rezil sistemin bir uygulamasından ibarettir: ‘Oy için AKP’nin yoksula dağıttığı kömür = Pıhtılaşmış yoksul madenci kanı’. Veya, daha kısası, ‘AKP = Vahşi Kapitalizm’. 2) Başbakan ve çevresi bu olayla artık ‘manevi şiddet’ten ‘fiili şiddet’e geçmiştir; ipin ucunu tamamen kaçırmıştır. 3) AKP’li İslamcılar panik içinde hem sürekli yalan söylemekte, hem de Allah’ı suçlamaktadırlar.
Kömür tezgâhı
Herkesin bildiği, AKP’nin motorunun ‘inşaat tezgâhı’ olduğu idi: Başbakan’ın “Bana sormadan vermeyin!” dediği ‘kupon’ arsaları yandaşlara peşkeş çekiyorsun, sonra imar planını değiştirip emsalini yükseltiyorsun, kontrolü de sende, yandaş inşaatçı 10 yerine 50 kat çıkıyor, acayip kâr ediyor, tabii seni bol bol görüyor, senin kurduğun vakıflar üzerinden de partiyi. Özetle, ‘AKP = İnşaat yâ Resulullah’.
Meğerse (kim bilir daha neler var), bir de ‘kömür tezgâhı’ varmış: Bir Alp Gürkan AKP’den sekiz yılda 70 milyar TL’lik maden ihalesi alıyor. Yerin iki kilometre altında çalışan ve yiyeceği azığı (+ içeceği suyu) kendi evinden getirdiğinde sıçanların üşüşmesine “Demek ki hava temiz!” diye sevinen maden işçisine ortalama 1600 TL aylık veriyor. Taşeronlar aracılığıyla insanları aşırı çalıştırıp, fevkalade ucuza (140 dolar yerine 23,8 dolara) mal ettiği kömürü hazır müşteriye, mesela İ. Melih Gökçek’e satıyor. O da gecekondulara çuvalla bedava dağıtıp AKP’ye oy derliyor.
Gelelim esas ‘vahşi kapitalizm’ işine. Maden sahibi, kömürün kârlarıyla inşa ettiği geniş daireleri 3 milyon 880 bin dolara satıyor ama her biri 40 maden işçisini ölümden kurtaracak 250 bin dolarlık bir ‘yaşam odası’ alıp koymuyor. Bir dairenin yarı fiyatına sekiz adet yaşam odası koymuş olsa, olayda bütün ölenleri kurtarırdı.
Ama niye kurtarsın ki. Kanun mecbur kılmamış. Dahası, hükümet, müfettişlerini yollamış, “13, 14, 17, 18.03.2014 tarihlerinde yapılan programlı teftişte noksan husus tespit edilmemiştir” diye rapor tutmuş, Enerji Bakanı da “Gayet düzgün, tertipli bir ocak” demiş. Aptal mı şirket? Bu kadar ucuza mal edemezse, Gökçek’e pıhtılaşmış kanı ucuza satamaz, gerekli rüşveti tam veremez, bir dahaki sefere de maden ruhsatı yerine koca bir ‘kol saati’ alır. İlaveten, şirket geçen yıl sadece 758 bin TL vergi ödemiş, gelir vergi teftişi, yani bi kol saati daha. Gördünüz mü ‘sistem’i?
Onun için, “1862’de İngiltere’de de olmuştu” diyen Başbakan’la dalga geçenlere çok şaşıyorum. Neyle karşılaştırsın yahu? Erdoğan bugün bize 19. yüzyılın vahşi kapitalizmini yaşatıp Anadolu Kaplanlarına geç bir sermaye birikimi yaptırdığına, bu arada da kendini ‘Seçilmiş Padişah’ ilan ettirmeye uğraştığına göre, niye ‘Kalıtsal Kraliçe’ Victoria zamanıyla (1837-1901) karşılaştırmasın?
Manevi şiddetten fiili şiddete
Erdoğan, sinirleri/fıtratı devlet yönetmeye müsait olmaktan epeydir çıkmış olacak ki, bu sefer korumalarına yakalattığı bir göstericiyi “Niye kaçıyorsun ulan? İstifa et diyordun!” diye bizzat tokatladı. Bu çılgın tepkinin sebebi, galiba, Soma katliamını seçmene yutturmanın biraz zor oluşu.
Yalnız, bu yeni aşamanın ilginç tarafı şuydu ki, tokadı yiyen Taner Kuruca adlı genç madenci, olaydan hemen sonra morlukları göstererek “Başbakan (...) istemdışı bir hareket yaparak bir tokat vurdu” demişken, ifade değiştirdi: “Başbakan o esnada bana vurmadı, beni korudu (...) O akşam çıktığım canlı yayında da yanlış sözler söyledim. Başbakan'dan özür diliyorum.” Ama olayı kurcalayan Saygı Öztürk’e söylemeden de duramadı: “Ailemi korumak adına, onların başlarına bir şey gelmemesi için farklı konuştum.” Bu insanların halini buradan anlayın.
İngilizcede “Monkey see, monkey do” (maymun gördüğünü yapar) diye bir deyim vardır. İnsan da gördüğünü yapıyor ki, Başbakan’ın tokadı derhal genç danışmanının o meşhur tekmesine dönüştü. Danışman Yusuf Yerkel, Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik’in sözleriyle: “Yerde tekmelediği kimsenin kendisine saldırdığına, kendisini yaraladığına, yedi günlük rapor aldığına dair açıklama yaptı” (Radikal, 16.05.2014, 13:03). Buraya hemen döneceğiz.
Yalanlar ve Allah’a hakaret
Gelelim, dürüst her insan için en önemli noktaya. “İslamcıyım” diyen bazı insanların su içer gibi yalan söylemelerine ve bütün rezillikleri Allah’a fatura etmelerine. Hem şirketin, hem hükümetin, bu olayda söylediği her şey yalan: Trafo patlaması olduğu, yaşam odası bulunduğu, taşeron düzeni bulunmadığı, madende her türlü tedbirin alındığı...
Başbakan tokat atıyor, önce parti sözcüsü H. Çelik bile olayı ‘iddia’ olarak nitelerken, resmi yalanlama geliyor. Başdanışman Y. Akdoğan, tekme olayında Star’dan yetiştiriyor: “Yusuf orada kendini savunuyor!” Ve, Yerkel’in dizinin, o tekmeyi atarken incindiği ortaya çıkıyor. A Haber’in 20.05.2014’te yayınladığı video da, tekmelediği kişinin, geçen jiplerden birinin kaportasına vurduğu için Özel Harekât polisi tarafından yere yıkılan kişi olduğunu gösteriyor. Yalan burada da bitmiyor. Yerkel’in, academia.edu sitesinde, kendisi hakkında “Londra Üniversitesi SOAS’ta lisansüstü öğrencisi” diye yazdığı ortaya çıkıyor (ulaştığım tarihi: 21.05.2014). SOAS açıklama yapmış: “Kaydını 25.09.2011’de sildirdiğinden bu yana okulumuzla ilişiği kalmamıştır.” Eyüp Can’ın deyişiyle: Kömür değil, adeta ‘Yalan Madeni’.
Ve bitirmek için, gelelim bir İslamcı için en tatsız noktaya: Başbakan Erdoğan, facianın faturasını kendisine/yandaşına çıkartmamak için, “fıtrat” deyip Allah’a kestiriyor. Bu kadarı da fazla. İnsanın aklı da karışıyor: Gelişmiş ülkelerde böyle fıtrat mıtrat olmadığına göre, onların Allah’ı başka mıdır?