YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Taziyeden sonra manzara

 

Haftayı Başbakan Erdoğan’ın 24 Nisan açılımının yansımalarını izleyerek geçirdik. 25 Nisan’dan itibaren oluşan hava, gerek AKP çevreleri, gerek Ermeni cemaatinden kimi çevreler açısından biraz ölçüsüz oldu.

AKP çevrelerinden başlayabiliriz. AKP’ye yakın medyada Cuma ve Cumartesi günü gördüğümüz başlıklar, manşetler, hükümet ve ideologlarının kendilerini yine dev aynasında gördüklerini ortaya koydu. Geçen hafta da belirttiğimiz gibi, bu adımın önemli ve olumlu bir adım olduğu ortadadır, ancak 99 yıl sonra gelen bir taziyeyle, Erdoğan’ın Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmesinde, bir, nasıl desek, acelecilik olsa gerek. Denecektir ki, bunu önerenler arasında Ermeni cemaatinden isimler de var. Hatta, gazetelere verilen şu meşhur ilanı da atlamamak lazım diyenler çıkacaktır.

Sevimsiz bir örnek olacak ama, o ilk ilanı gördüğümde, aklıma ASALA eylemlerine tepki olarak Taksim Meydanı’nda kendini yakan Artin Penik geldi. Birkaç gün hastanede can çekişen Penik, odasını dolduran gazetecilere devletin epey beğeneceği türden açıklamalar yapmış, yurtdışındaki, bilhassa Fransa’daki Ermenileri sert biçimde eleştirmiş, ağır bir yanık derecesiyle yattığı hastanede o haliyle söylediği sözler kameraya alınmış, BM’ye gönderilmişti, “Ermeni bir vatandaştan teröre karşı açıklamalar” diye.

Bu hayli karmaşık ruh halini değil belki ama, Türkiye’deki bir azınlık mensubunu buraya sürükleyen denklemi bir parça da olsa anlayabildiğimi sanıyorum. Böylesi sert ve kesif bir çoğunluk-azınlık denklemi, böyle yoğun bir inkâr, böyle bir mağduru suçlu çıkarma, onu bıçak sırtında yaşatma politikası, köşeye sıkışmış, sıkıştırılmış bir cemaatte bu tip reaksiyonlar yaratabilir. Yıllar boyu, usandırıcı biçimde tekrarlanan o resmi görüş, sadece çoğunluğu değil, azınlığı da hizada tutmak için imal edilmemiş midir?

Erdoğan’ın 24 Nisan açılımını biraz da bu can sıkıcı ve boğucu denklem içinde değerlendirmek mümkün. Yıllar sonra gelen bir taziyeye ölçüsüz tepkiler verilebilir, cari resmi görüşle ters düşmek istenmeyebilir, o büyük resmi görüş/çoğunluk denizi içinde kaybolmak istenebilir ya da basitçe böyle bir taziye kimileri için gerçekten de olağanüstü, devasa bir adımdır, böylece tüm sorunlar hallolmuştur. Kim bilir, konu bir kez daha gündeme gelmez belki artık. Bunların hepsi mümkün, ve en azından benim açımdan, şaşırtıcı değil. Kamusal alandaki çoğunluk-azınlık, daha da açacak olursak Türk-Ermeni ve en az bunun kadar önemli olan Müslüman-Hıristiyan eşitsizliğinin medyaya, kamusal dile, günlük hayata nasıl yansıdığını biraz biliyorsak, bu tepkileri şaşırtıcı bulmamalıyız. Hatta, burada bir sorun görmeliyiz belki de. Zira o kimseye fark ettirmeden, dikkat çekmeden yaşamayı seçenler, eski klasik devlete verdikleri reaksiyonların aynısını bu yeni devlete de veriyorlarsa, orada bir problem var, daha doğrusu var olan o problem hâlâ çözülmemiş demektir.

Gelelim AKP çevrelerinin tutumuna. Zaman zaman “Ben taziye diledim, görmeye gelin” esprisinde ilerleyen yansımalar, ilerisi için biraz umut kırıcı mahiyetteydi. İki gün sonra Milliyet gazetesinin manşetine yansıyan ve parti içi bir toplantıdan yansıyan bir kulis bilgisi olduğu anlaşılan, Erdoğan’ın söylediği “Top artık onların sahasında” sözleri, geçen hafta altı çizilen ‘insani’ yaklaşımın üzerinde bir soru işareti yarattı. Bu adımı göklere çıkarmak için cemaat içinde destek bulunabilir ve bu desteklerle AKP attığı bu adımı, bir tür çarpan etkisiyle, olduğundan çok daha devasa bir adım gibi gösterebilir. Bunlar mümkündür ve siyasette böyle şeyler vardır. Ancak madem işe ‘insani’ bir adımla başladık, taziyeye uygun bir ağırbaşlılık içinde ilerlemekte fayda var.

Özetle, hafta boyunca tanık olduklarımız, 99 yıldır var olan ve kemikleşip yeni boyutlar kazanan çoğunluk hegemonyası - azınlık kıstırılmışlığı denkleminin zaman zaman yeniden üretildiğini, zaman zaman da yeniden üretilmeye açık yanlar taşıdığını ortaya koydu. Başbakan Erdoğan’ın Salı günkü grup toplantısında yaptığı hayli dikkatli konuşma da bu denklemin etrafında gezindi. “Acıları paylaşırken karşı taraftan da bunu görmeyi arzu ediyoruz”, “Umarım Ermenistan devleti ve Ermeni diasporası bizim bu yürekli tavrımızı görür. Aynı yürekli ve cesur tavrı onlardan da bekliyoruz” ve en önemlisi, “Açıklamamızdan sonra samimi olan Ermeni vatandaşlarımızdan tebrikler aldık. Bizimle yaşayanlar bu işin farkında ama bizimle yaşamayıp da diasporanın kontrolü altında olanlar hala dünyayı dünyayı karıştırıyorlar” gibi açıklamalar, ‘onlar’ argümanının çok rahat dolaşıma girebildiğini, klasik resmi görüşten hâlâ pek uzaklaşmadığımızı ve Türkiyeli Ermenilere nasıl bakıldığını net biçimde gösterdi.

Dolayısıyla, Geçen haftaki gibi bitirelim: Daha yeni başlıyoruz. Çok yolumuz var. Ve bu süreçte AKP’nin alacağı en incitici tavır “E, taziye diledik ya, daha ne?” tavrı olacaktır. Bunun başımıza kakılmasındansa hiç taziye almamayı dileyeceğimiz bir döneme girmeyiz umarım.