Bir 24 Nisan daha geçti. Diaspora, Ermenistan ve gün geçtikçe kendini daha fazla bu sürecin içinde bulan Türkiye toplumu, 24 Nisan’ı arkada bırakıp hayata döndü. Fakat bu kez, dönülen hayat, bıraktığımızdaki gibi değil. Her üç toplumda da, yeni deneyimler yaşayan, yeni algılar, yeni düşünceler, yeni yaklaşımlarla tanışan ve en önemlisi, yeni bilgiler edinen birçok insan var. Her 24 Nisan aslında yeni bir deneyim, bir şeyleri geride bırakıp yeni bir şeylere doğru gitmenin dönüm noktası. Türk-Ermeni ilişkileri açısından, her 24 Nisan yılbaşı gibi bir şey.
Bu 24 Nisan diğerlerinden biraz farklı geçti. 100. yılın etkisidir ya da değildir, bilemeyiz, ama biraz olgunluk, somut ve onurlu duruş gözden kaçmıyordu. En önemli fark ise, bu yıl tarafların birbiriyle konuşmuş olması. Bir taraftan Türkiye Başbakanı’nın yaptığı açıklama, diğer taraftan Ermenilerin Türkiye halkına medya yoluyla ulaşması, bir çeşit diyalog havası sağladı. Bu karşılıklı mektup-hitaplar tabii ki gerçek diyalogdan çok uzak, ama en azından diyalog havası dediğimiz şey oluştu.
Genel olarak Ermeniler Başbakanlığın açıklamasını kabul etmediklerini söyleseler de, bu, herkes için çok önemli bir ilk adım. 100. yıla doğru Türkiye’nin adımlar atacağına inanılması açısından çok önemliydi Başbakan’ın açıklaması. Ermeniler sonunda Türkiye’nin yüzde yüz inkârcı politikasından kurtuldular. Evet, çok zor oldu, 99 yıl sürdü ama –taktik bir adım, başka, gizli bir siyasetin parçası olsa da– her şeyi inkâr etme politikası bitti. Türkiye açısından bakınca, o kadar zor değilmiş meğer...
Ermeniler için bu yeni durum yepyeni bir ruh hali, yepyeni bir soykırım siyaseti ve Türkiye karşısında yepyeni bir duruş demek olacak. İlişkiyi kurmak biraz zor ama, açıklamanın hemen ertesi günü, sosyal medyada aniden #TurkeyFailed ‘haştag’ları yayılmaya başladı. Ermeniler soykırıma ilk kez ‘kurban’ gözüyle bakmayıp, soykırımın aslında amacına ulaşmamış bir proje olduğunu dile getirdiler; bunun kanıtı da, Ermenilerin yaşamaya devam etmesi, hâlâ kültürel ve kamusal hayatlarının olmasıydı. Binlerce kez kullanılan haştaglardan biri şuydu: “Ben Ermenice yazabiliyorum, çünkü #TurkeyFailed, çünkü Türkiye başaramadı.”
Bu çok büyük bir değişim olarak görülebilir. Çünkü, basit bir şey, kendini kandırma tavrı gibi görünse de, aslında, yeni neslin artık kurban muamelesi görmekten kurtulmak istemesinin simgesi. Büyüklerin gençlere anlattığı kötü günleri bir yenilgi olarak değil, üstünden gelebilme, hayatta kalabilme ve yeniden yaşama bağlanma adımıdır, Türkiye’yi başarısız görebilmek. Türkiye böylece bir bütün kötülük olmaktan çıkıp, kusurları olan, kötü amaçları olsa bile, başarısız bir politika güden bir devlet imajına sahip oluyor, Ermenilerin nazarında.
Aslında, travmadan kurtulma mevzuundan öte, Türkiye’yle konuşabilmek için çok önemli bu yeni algılama. Herhangi bir diyalogdan önce, elbette, her iki taraf da bir yüzleşme sürecinden geçmeli. Ermeniler masaya her şeyi kaybetmiş olma hissiyle değil, bir ‘eşit’ olarak oturmak isteyecek. Aynı şekilde, Türkiye de masaya bir suçlu olarak değil, Ermenilerle aynı derecede kaybetmiş olarak oturmak isteyecek. Zaten bu değil miydi Başbakan’ın açıklamasının mesaji? “İkimiz de kaybettik, gelin konuşalım”... Belki Ermeniler için kurbanı ve caniyi eşitlemek zor ama #TurkeyFailed gösteriyor ki, Ermeniler de kurban konumundan çıkmak istiyor artık.
Sonuç ne olursa olsun, kim hangi koltuğa oturursa otursun, kim başarmış, kim kaybetmiş olursa olsun, sonuç olarak herkes biliyor ki Ermeniler ve Türkler birbiriyle konuşmalı. Türkiye-Ermenistan protokollerinden öte, Diaspora da bu diyalog süreçlerine katılmalı ve söz sahibi olmalı. Bunun mümkün olduğunu geçen hafta gördük. Dünyanın her yanından Diaspora aydınları Türkiye’ye mektup yazdılar, ‘hitap eden’ oldular. Küfrederek de olsa, büyükbabalarının hikâyelerini anlatarak da olsa, gelip masaya oturdular.