BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Ne desek bilmem ki

Ülkemiz netameli bir seçim süreci daha yaşadı. Sonuçlar önceden tahmin edilse de bir ‘belki’ beklentisi vardı yüreklerde, adaletten yana. İnsanlar geç saatlere kadar, o kanal bu kanal dolaşarak bekleştiler televizyon karşısında. Bir yükselen, bir alçalan, sarılı kırmızılı yeşilli mavili kutuları takip ettiler heyecanla, ve haritada bölünen bölgeleri... Olmadı, yine adil bir seçim olamadı. Kıyasıya kavgaları, ölümleri, yaralanmaları saymıyorum, her türlü hile dolap gırla gitti ama ne gam, sen sonuca bakacaksın! Hele bir de, bunca çabadan sonra, o en tepedekilerin beklentisine cevap vermeseydi sonuçlar, bakın o zaman ne fırtınalar kopardı, “Seçimler adil olmadı” diye. Böylece bize de, ertesi gün, resmi olarak elimizde kalan tek paylaşım sitesinde yayınlanan, ülke çapındaki seçim hilelerine bakıp bakıp sinir olmak düştü.

Tam oylar sayılırken orada burada kesilen elektrikleri saymıyorum. “Nasıl bir kılıf uyduruldu onlara acaba?” diye düşünmeye bile gerek yok. Alışık olduğumuz ‘Ben yaptım, oldu” meselesi ve de “İstenen sonuca götüren her yol mubahtır” anlayışı... Ayrıca, meğer böyle şeyler beklendiğinden, görevlilerin hepsine el feneri, mum ve çakmak dağıtılmışmış zaten. Bunlar dert değil yani. Asıl hayret edilecek olanlar, cep telefonlarıyla çekilen anlık hileler. Keşke seçim günü insanların cep telefonu kullanması da yasak edilseydi, onu akıl edememişler bak. Çekip çekip koymuşlar işte, yasaklı, yasaksız bir yerlere.

Antalya’da çaldığı oyları çuvalla götüren adamı, peşinden koşan halk yakalamış. Denizli’de boş kalan pusulalara ‘evet’ basan bir hanım da suçüstü yakalanmış. Kadıköy’de arama yapılan bir arabanın içinden yığınla oy pusulası çıkmış. İki hanım da cep telefonuyla oy kaçıranlara yardım eden polisleri çekmişler. Adana’da oy pusulalarını yakmışlar. Artık neresidir bilmem, hem tuvalete atılmış yanık pusulaların görüntüsü var, hem de elindeki zarfı tutuşturan türbanlı bir hanımın görüntüsü. Tatvan’da oy kullanılan mekânın darmadağın edilmiş, kırılıp dökülmüş oy zarflarının yerlerde süründüğü halini de çekmişler.

Hele bir şey var ki, pes dedim. Bir hanım, belli ki okuryazar değil; gençten de bir görevli, nasıl oluyor bilmem, oy kullanılan o kapalı yere beraber girmiş, ona yardım ediyor. “Bak teyze” diyor “sen okuma yazma bilmiyorsun, ben sana Allahın izniyle yardım edeceğim.” Sonra besmele çekiyor ve hayır duaları ederek “Bu kâğıtların üzerinde, nerede ampul görürsen oraya basacaksın” diyor. Hatta kadın bir tanesini ıskalamak üzereyken elinden tutup isabet ettiriyor. Sahi, o mühür basan aleti neden o kadar uzun yapmışlar acaba? Ve de mühür basılacak yeri neden daha büyük yapmamışlar? Ne olurdu sanki küçük bir mühür, büyük bir daire olsaydı? Ben bile zor isabet ettirdim. Neyse… Fesatlık etmeyeyim şimdi. Ya evin boş dairesinde ikamet eder görünen onlarca seçmene ne demeli? Çöpe atılmış oy pusulalarına? Bunlar, büyük şehirlerde kameralara yakalananlar. Ücra köylerde neler olmuştur kim bilir.

Halk olarak resmen ikiye bölündük. Koyun gibi biraz yemlenmeye razı gelenler ve bir kere güveni sarsılmış olanlar. İki durumdan da hayır gelmez. Hem ince işler bunlar, akıl sır ermez. Şimdi artık zaferleri kutlama zamanı. Beni en çok çileden çıkaransa, liderlerin bu siyaset savaşındaki hırsları, ihtirasları. Aralarında, kayıtsız şartsız ülke menfaatini amaçlamış olan kaç kişi var acaba? Hangisi hiçbir kişisel çıkar gözetmeksizin soyunuyor bu işlere? Bu soruları sorarken asla bir art niyetim yok ve belli bir şey ima etmek istemiyorum. Yalnızca merak ediyorum.

Ah, ah, ne desem bilmem ki... Hiçbir dönemde halkımız bu kadar siyasete bulaşmamıştı valla. Bir parmak çocuktan tutun, yaşlısı, genci, eğitimlisi, cahili, anlayan anlamayan herkes siyaset konuşur oldu. Bu ne interaktif bir sistemdir yahu... Uzatmayayım, bir sonuca varamam nasılsa.

Neyse, Başbakan artık muradına erdiyse, yasaklanan paylaşım siteleri yeniden açılır belki. Son zamanlarda acayip gelişen mizah anlayışıyla avunuruz bari. Bana eski Gırgır günlerini hatırlatıyor. Canım Avanak Avni nasıl da yeniden revaçta. Ha, bir de Aziz Nesin’in sıkça rahmetle anılması pek hoşuma gidiyor. Mesela bir dörtlük vardı ki gerçekten onun kaleminden mi çıkmıştır, yoksa ona mı yakıştırılmıştır bilmiyorum ama çok güzel, çok manidar. Bari diyorum, onu paylaşarak bitireyim bu sonuçsuz yazıyı:

Bir gün bu memleketin yanağına bir öpücük,

Başucuna bir not bırakıp gideceğim.

Notta şunlar yazılı olacak:

Öyle güzel uyuyordun ki uyandırmaya kıyamadım.