Yeni, yepyeni, büsbütün yeni bir Türkiye, dillerde terane. Ne güzel. Her şey yenilenmeli, yollar, köprüler, gökdelenler, tüneller, teleferikler yapılmalı. Eskiye dair hiçbir şey kalmamalı. Yakılmalı, yıkılmalı, yok edilmeli. Her şey yepyeni, pırıl pırıl olmalı. Değişmeli, değiştirilmeli. Nehirlerin yolu, ormanların yeri, hatta iklim ve de harita, hatta tarih, hatta beyinler... Yeni boğazlar oluşturulmalı, yeni şehirler inşa edilmeli, bol betonlu. Şehirlerde ağaç bulunmamalı, küçük süs bitkileri yeter, sahte bile olabilirler. “Peki ya su?” diye sormayın, Allah büyük, elbet yağmur yağdırır.
İnsanlar sitelere, mahallelere hapsedilmeli. Dünyayla, hatta birbirleriyle iletişimleri olmamalı. Sanat falan gibi şeylerle de kafaları karışmamalı. Tiyatro da neymiş, opera, bale de neymiş? Televizyon bile kaldırılsa iyi olur. Ne gerek var? Boşuna akılları çelinecek. İnsan dediğin, karnını doyuracak kadar ekmek buldu mu şükredip yaşamalı, üremeli ve ölmeli.
Neymiş öyle, sosyal medyalar, paylaşım siteleri falan? İşiniz gücünüz yok mu sizin? Bi de utanmadan, sizi yönetebilmek için, yepyeni bir Türkiye armağan edebilmek için, bunca çaba sarf eden insanların özel hayatlarını kurcalayıp yalanlarını ortaya çıkarmaya çalışıyorsunuz. Ayıp, ayıp. Size ne söyleniyorsa, doğrusu odur. Eğer başbakanınız size “Gezi olaylarında, Dolmabahçe Camii’nde içkiler içildi, toplu seks yapıldı” diyorsa inanacaksınız. O kadar. Ne o öyle, orada yaşam savaşı veren, kan revan içindeki yaralıların filmini çekip, o sosyal medya denen uygunsuz yerlerde yayımlamalar falan? Resmen haddini bilmezlik.
“Yenikapı mitinginde bilmem kaç milyon kişi vardı” deniyorsa, kalkıp “Yok, şu kadar yüz kişi vardı aslında” demek yakışıyor mu? Hele hele, koştura koştura gidenlere, sanki katılmak istiyor gibi numara yaparak “Kaç para veriyorlar?” diye sormak ve de geçen sene yüz lira aldığını söyleyen adamı yine o netameli sitelere koymak da ne oluyormuş? Ya seçim öncesinde, erzak dağıtılan dar gelirli vatandaşları “Bunları size niye veriyorlar?” diye sorgulamak? “AKP’ye oy vermek için tabii” diyen yaşlı amcayı faş etmek? Doğru mu yani? Çekim yapılmasına sinirlenen o birkaç nemrut suratlı hanım, “Ne alakası var? Bunlar bizim zekâtımız” diyorsa, onlara inanacaksınız.
Başbakan “İnternete sansür konuyor diye, afedersiniz yaygara koparanlar var (bakın, ‘yaygara’ kelimesi için bile ‘afedersiniz’ diyor). Otuz milyon bilişim teknolojisi kuran bir hükümete ‘İnterneti engelliyor’ diye ithamda bulunursanız, size dünyanın her yerinde gülerler” demiş. Sonra da “Tıvitır mıvitır, hepsini kapatacağız” demiş. Siz de kalkıp, bu iki söylemi yan yana koyup yayıyorsunuz. Olmaz işte. Sinirlenir adam. Kapatır. O gün öyle dedi, bugün de böyle, ne olur? Sonra, oğluyla telefonda yaptığı o telaşlı para pul konuşmalarını herkese ilan ediyorsunuz. Çok ayıp.
Siz inancınızı hiçbir zaman kaybetmeyeceksiniz. Kirli çamaşırları ortaya dökmeyeceksiniz. Her türlü karalamaya “İftiradır, çekemiyorlar” diyeceksiniz. Ne diye, asgari ücretle geçinmeye çalışan insanları o bilmem kaç milyon euro’luk hesaplarıyla kışkırtıyorsunuz? Zenginin parası züğürdün çenesini yorarmış... Ay, bu laf da nereden çıktı şimdi? Ne diyordum? Aman, bir şey demiyordum aslında. O yukarıdakileri, ellerim benden bağımsız yazdı valla. Kesiyorum, kestim.
Biliyor musunuz, son zamanlarda en çok düşündüğüm şey nedir? Bizi sırf sağlıklı yaşamaya razı gelme durumuna getirdiler ya, en çok ona yanıyorum. Sağlıklı mısın? Şükret. Ne dertler var daha... İşte bu kadar. Bunu biliyoruz, kabul ediyoruz ama hayat yalnızca bu mudur yani? Başka hiçbir şey beklememek mi gerekir? Ot muyuz biz?
Bakın, ben ülkemi, yaşadığım şehri seven bir insanım. Bizim nesil nice kötü gün görmüş ve adeta parçalanmıştır. Yurtdışına çok göç verdik biz. Ben her şeye rağmen, hiçbir zaman gitmek istemedim. Toprağına bağlı olanlardanım. Nereye gitsem, dönüşümde eğilip onu öpmek isteyenlerdenim. İlk defa “Şimdi genç olsaydım giderdim” diyorum. Bir çocuğum olsaydı, ne yapar eder, buradan gönderirdim. Böyle hissetmek çok acı veriyor, inanın. Ama ne yazık ki, öyle bir dönem yaşıyor ki ülkemiz, insanımızı yönlendiren duygu, daha önce söylediğim gibi, nefret. Neler yaşadık biz geçmişte... Öfke duyduk, endişe duyduk, korku duyduk ama bu kadar güçlü bir nefret duygusu hiçbir zaman hükmetmemişti kitlelere. İşte bu kahrediyor beni.