“El değmemiş çocuk sesi
Tastamam uyuyor porselen tabaklara
Senin gülüşün bu
Gün ölecekmiş gibi sarılıyor hayata”
Deniz Durukan
Evdeki en değerli şeylerdendir. Takımın bozulması, büyük bir felaket anlamına gelir. Yemek takımları, genelde evin gerçek sahibi olan kadınlar için büyük önem arz eder. Zaten o porselen takımların hep bir hikâyesi vardır. Bir yerlerden alınmış, taşınmışlardır.
Yemek araç gereçleri, coğrafyaya ve kültürlere göre, diğer pek çok şeyden fazla farklılık gösterirler. Çatal yerine sadece kaşık, yemek çubukları ya da eller kullanılabilir. Sofra yerde olabilir ya da sandalyede oturularak, yüksek bir masada yemek yenebilir ama bir ortak nokta vardır: Yemeği koyduğunuz tabak. Yemek konusunda aralarında en büyük farkların olduğu Uzakdoğu ile Avrupa mutfağı, yemek kaplarında ve en çok da porselen yemek takımlarında, ortak paydada buluşurlar.
Porselenin anavatanı Çin’de ilk üretim 7. yüzyılda başlar. 1500’lü yıllarda Japonya ve Kore’de de porselen üretimi yapılır ama bu ürünün Avrupa’ya gelişi 12. yüzyılı bulur. Porselenin Avrupalıların evlerine girmesi ise, Avrupa’da da üretilmeye başladığı 1600’lü yıllara rastlar.
Dünyanın en iyi porselen üreticilerinden biri, bu yıllardan itibaren Fransa olmuştur. Özellikle Limoges, Sevres gibi bazı bölgelerde yapılan porselenlere paha biçilemediği dahi oluyor.
Sofra kültürünün bu en nadide parçalarından bazılarının yapımında kemik külü kullanılıyor. Bu, porselene incelik ve dayanıklılık kazandırıyor.
Geçen hafta Baskın Oran’ın Agos’taki köşe yazısını okuduğumda aklıma ilk olarak bu porselenler geldi. Yazıda Adanalı Manuel Kırkyaşaryan’ın anılarından bir alıntıyı paylaşmıştı. Kırkyaşaryan, Der Zor çöllerinde ölen soykırım kurbanlarının kurumuş kemiklerinin İskenderun limanından Avrupa’ya satıldığını anlatıyor.
Bu hikâyeyi destekleyen başka bir haber, N. Y. Times’ın 23 Aralık 1924 tarihli sayısında yer alıyor: “Marsilya acayip bir hikâyeyle çalkalanmaktadır. Limana Zan adlı İngiliz bandıralı bir gemi gelmiştir ve taşıdığı yük 400 ton insan kemiğidir. Söylendiğine göre kargo Marmara Denizi kıyısındaki Mudanya’dan yüklenmiştir ve Küçük Asya katliamlarında öldürülenlerin kemikleridir. Yine dolaşan söylentilere göre, bir soruşturmanın başlatılması beklenmektedir.” (bkz. devrimcikaradeniz.com)
Yüzyılın başında Anadolu’da öldürülen insanların kemikleri belki de o çok nadide porselenlerde kullanıldı.
Kötülük bulaşıcıdır derler, bir yerde cezasız kaldı mı her yere sirayet ediyor galiba...
not: Fince bir kelime öğrendim: ‘Myötahapea’. Başka dillere çevrilmesi zor kelimelerin yer aldığı bir seçkide çıktı karşıma. Anlamı, başka biri adına duyulan utanç. Berkin Elvan’ın cenazesinin ardından, oğlu ölmüş bir anneyi, kendisini sorgusuzca destekleyen insan güruhuna yuhalatan muktediri hatırladıkça bu kelime geliyor aklıma.