YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Onlar katilleriyle yaşıyor, ama hep siz mağdursunuz

Berkin ölmüş. Salı sabahı böyle uyandık. İki kelime. İlk duyduğunuzda ağzınızdan hiçbir şey çıkmaz ya, gık bile, öyle oldu işte. Küfür bile edemezsiniz o ilk anda. Çocuğun hatırasına saygısızlık olmasın. Annesini babasını düşünürsünüz ya hani. Bir sıkıntı. Nasıl bir sıkıntı. Bir şey desem. Bağırsam. Ne yapsam? Yaşamaktan utanmak o anda. O anda her ne yapıyorsanız ondan utanmak. Otobüsteyseniz otobüste olmaktan. Evdeyseniz evde olmaktan. Yürüyorsanız, yürüyor olmaktan. İş yerinizdeyseniz iş yerinizde olmaktan. Bir işiniz olmasından. Bir hayatınız olmasından. Yaşıyor, nefes alıp veriyor olmaktan. Öyle bir utanmak işte. O çocuk o kadar gün komada kaldıktan, 16 kiloya düştükten sonra ölürken biz nasıl hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edebiliriz diye utanmak. Ne kadar da üzülsek, kızsak, öfkelensek de, biri bir şey sorduğunda cevap vereceğiz işte. Cep telefonumuz çaldığında açacağız, konuşacağız. Akşam eve gideceğiz. Yatıp uyuyacağız. “Her şey dursun, çünkü Berkin öldü” diyemeyeceğiz. Desek de bizi kimse duymayacak.

Utanmanın yerini yavaş yavaş öfke alacak sonra. O çocuğu vuranlara öfkeleneceğiz elbet. Sonra o emri verenlere. “Emri ben verdim, ne olmuş?” diyenlere öfkeleneceğiz elbet. O kirli rant sistemleri bozulmasın diye çadırları yakmakla işe başlayanlara, sonra birbirlerini “Darbe yapıyorlar” diye doldurup polislere “Saldırın” emri verenlere öfkeleneceğiz. Göz göre göre, ayaküstü onlarca yalan söyleyenlere öfkeleneceğiz. “Camide içki içtiler”, “Başörtülü bacımı linç ettiler” diye aynı yalanı onlarca, yüzlerce kez kürsüde bağıra çağıra, hem de nasıl bağıra çağıra söyleyenlere öfkeleneceğiz.

Hangi müteahhide söz verdilerse artık, ya da belki de basitçe, sırf dediklerine birileri karşı çıkıyor diye öfke nöbetine tutulup, iktidarlarından gram taviz vermemek için sekiz genci öldüren bu hükümete öfkeleneceğiz elbet.

Sonra bir mide bulantısı tutacak belki. Evet, midemiz bulanacak. O iktidarlarını korumak, o meydanı siyasetten arınmış, steril bir beton çölü haline getirmek, müteahhitlere verdikleri AVM sözünü tutmak için neleri göze aldıklarını düşündükçe midemiz bulanacak. Bir günde peş peşe bilmemkaç miting yaptıklarını hatırladıkça. O mitinglerde seçmenlerini galeyana getirmeye çalışmalarını hatırladıkça. İdeologlarının “Usta bir tehlikeyi daha bertaraf ediyor” diye alkış tuttuklarını hatırladıkça. Gazetelerin, televizyonların, bu ideologları kâh isteyerek, kâh şantajla günde bilmemkaç kere yayına çıkardıklarını hatırladıkça. Bu ideologların “Darbe vardı, AKP üstesinden geldi” diye ciddi ciddi ortalıkta dolandıklarını hatırladıkça. Midemiz bulanacak.

Sonra öfke ile mide bulantısı arasında, kızgınlık ile bezginlik arasında, umutsuzluk ile çaresizlik arasında bir yerde kalacağız. Hrant Dink cinayetini planlayanlardan birinin neden dışarı çıktığını düşüneceğiz. Sonra da hemen Malatya Katliamı’nın faillerinin dışarı çıktıklarını hatırlayacağız. Hâlâ Malatya’da yaşayan, orayı terk etmeyen ailenin yerine koyacağız kendimizi. Koyamayacağız aslında, nasıl bilelim. Nasıl da korktular kim bilir. Haberi duyduklarında neler hissettiler kim bilir. Katilleriyle aynı kentte yaşamak, aynı havayı solumak, bir gün, bir yerde göz göze, karşı karşıya geleceğini bilmek. Korkunç bir şey olmalı. Ve en önemlisi, herhalde buna makul bir neden bulamamak. “Neden? Neden birader? Neden salıverildi bu katiller?” diye düşünmek. Nereden bilsinler bu ülkenin böyle bir kaderi olduğunu. Nereden bilsinler iktidarı korumak için olmadık taklalar atıldığını, dün A dediklerine bugün B dediklerini, bundan hiç utanmadıklarını, bizim de buna inanmamız için kanal kanal gezdiklerini. Nereden bilsinler. Demişlerdir ki, burası da böyle bir ülke işte. Katilleri beş sene sonra salıyorlar. Gitsin anlatsın iktidarın hukukçuları, “Şimdi, şöyle şöyle oldu” diye.

Sonra bir kez daha öfke ile mide bulantısı arasında, kızgınlık ile bezginlik arasında, umutsuzluk ile çaresizlik arasında bir yerde kalacağız. Çünkü Hrant’a o hayatı dar eden Ergenekoncular da salıverilecek. Sadece Hrant’a değil, şu ülkede insan gibi yaşamaya çalışan herkese hayatı dar edenlere. Ama özellikle Hrant’a. Çünkü onlar kendilerini 1915’in faillerinin devamı olarak görenlerdir. Onlar bunu gururla söyleyenlerdir. Çünkü bu ülke böyle bir ülkedir. Bunlar gururla söylenir. Serbesttir. Ha, şu olur, eğer iktidarın ayağına basarsanız birkaç yıl içeride kalırsınız. Sonra çıkar, kaldığınız yerden devam edersiniz. Çünkü iktidarın ayağına bu sefer başkaları basmıştır. O devasa rant sistemlerini korumak, paralarını korumak, boğazlarına kadar battıkları o çürümüş sistemi korumak için birileriyle ittifak yapmaları gerekmektedir. Ve şöyle bir etrafa bakınca, eski düşmanlarını salıvermek gayet çekici gelmiştir. Anlarız işte o zaman bir kez daha. İttihat Terakki’nin hâlâ iktidarda olduğunu anlarız. İlla aynı şeyleri yapmaları gerekmiyor. Çünkü İttihat Terakki bir zihniyettir. Arkaya bir bayrak astıktan sonra istediğin her şeyi yapabilmektir. Her şeyi yaparken alkış almanın, hep haklı olmanın formülüdür. Bir gün aynı masaya oturduğunu ertesi gün ölüme göndermenin, bir gün hapse attığınla ertesi gün masaya oturmanın, eski ortağınla bir anda kanlı bıçaklı olmanın ve yine her zaman haklı olmanın formülüdür. İşte bunu göreceğiz, bir kez daha anlayacağız. Kalakalacağız bir an yine. Ağzımızdan o ilk anda yine hiçbir şey çıkmayacak. 

Yine Salı sabahına döneceğiz sonra. “Berkin ölmüş” dediğimiz saatlere. Kendi içimize ağlayıverdiğimiz o saatlere. Bir çocuk hayal edeceğiz belki de o an. Annesinin elinden tutmuş, yürüyor, sessizce. Sonra bir an başını kaldırıp soruyor: “Uğur’la Ceylan’ın yanına mı gitti Berkin?” Annesi belki bir an uzaklara bakacak. Sonra “Evet” diyecek. Ve çocuğunun elini biraz daha sıkacak. Çocuk düşünceli düşünceli önüne bakarak yürümeye devam edecek belki de. Bu pislikle nasıl yaşayacağız biz allahaşkına?