Şu ana dek dinlediğimiz telefon kayıtları ve görüntüler yeterince sarsıcı değilmiş gibi, bu hafta başında Başbakan Erdoğan ile oğluna ait olduğu ileri sürülen tapelerle karşılaştık. Hükümet bu kayıtların ‘montaj’ olduğunu öne sürüyorsa da, hâkim kanaat –Erdoğan’ın da bir anlamda ağzından kaçırdığı gibi– bu kayıtların kriptolu bir telefonun dinlenmesi ile elde edildiğidir. Dolayısıyla önümüzde iki ayrı devasa mesele var.
Birinci ve en önemlisi, elbette, AKP’nin üzerine oturduğu ve hâlâ nemalandığı bu çürümüş sistem. Evet, elimizdekilerin hepsi iddia düzeyinde ama bu ‘iddia’ların bağımsız bir mahkeme tarafından soruşturulup hükme bağlanacağına çocuklar bile inanmaz artık. Dolayısıyla, bu iddialara maalesef şu aşamada yargı değil kamuoyu hüküm verecektir ve öyle görünüyor ki hüküm verilmiş durumda.
Bu tablo içinde en acil soru ve sorunlardan biri, böyle bir durumda olan hükümetin ve AKP’nin temsil ettiği siyasal çizginin geleceğidir. AKP açısından sorunun çözümü basit; buna millet sandıkta karar verecektir. AKP, kendi başına zaten yeterince problemli olan bu argüman ve yönteme payandalar inşa etmekle meşgul bir yandan da. İnternet, MİT ve HSYK yasaları ile amaçlanan, bu tür tapelerin yayımlanmasını engellemek, yayımlananların soruşturulması ve yargılanması aşamasında dizginleri elde tutmak ve âdet olduğu üzere, bu krizi de fırsata çevirip devlet içindeki hegemonya alanını genişletmektir. Her üç yasa ile ilgili epey yazıldı çizildi, o yüzden ayrıntılarına girmiyorum ama bu yasaların uygulanmasıyla özgürleşmeyeceğimiz, bilakis nefes alma alanlarımızın daha da daralacağı ortada. Bilhassa MİT yasası ile, zaten son yıllarda sorgulanamaz / hesap vermez bir kurum haline getirilen istihbarat kuruluşunun süper yetkilerle aramızda gezineceğini görmemek çok zor.
Bu ‘sorgulanamaz / hesap vermez’ lafını boş yere kullanmıyorum. Önceden de elbette böyleydi ama şimdi MİT yetkililerinden hesap sormak neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Şu iki madde hayli açıklayıcıdır:
“Teklife göre, kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, bankacılık kanunu kapsamındaki kurum ve kuruluşlar ile diğer tüzel kişiler ve tüzel kişiliği bulunmayan kuruluşlardan bilgi, belge, veri ve kayıtları alabilecek, bunlara ait arşivlerden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden ve iletişim alt yapısından yararlanabilecek ve bunlarla irtibat kurabilecek.”
“Teklife göre, Cumhuriyet savcıları, MİT görev ve faaliyetleri ile mensuplarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikâyet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde MİT ile temasa geçecek. Konunun MİT'in görev ve faaliyetlerine ilişkin olduğunun anlaşılması veya belgelendirilmesi üzerine adli yönden başkaca bir işlem yapılmayacak ve herhangi bir koruma tedbiri uygulanmayacak.” (Reuters, 20 Şubat 2014)
Şu ortaya dökülüp saçılanlardan sonra nasıl becerir bilemiyoruz ama AKP bu vartadan sıyrılabilirse, bizi böyle bir devlet bekliyor.
Fakat önümüzdeki resmin diğer yüzüne de bakmak mecburiyetindeyiz. Haftabaşında, hükümete yakın gazeteler büyük bir reklam/PR kampanyası eşliğinde, Cemaat’e yakın yargı ve emniyet ekibinin dinlediğini öne sürdükleri bir liste yayımladılar. Bu listenin tam olarak bize sunulduğu gibi olmayabileceği yönünde şüpheler olsa da, Cemaat’e yakın yargı ve emniyet ekiplerinin bunu yapabileceğinden herhalde kimsenin şüphesi yoktur. Bu ekiplerin zamanında AKP tarafından korunduğu ve kollandığı, serpilmelerine, güçlenmelerine, kritik makamlara gelmelerine izin verildiği vakıadır ancak bu, karşı karşıya olduğumuz tabloyu değiştirmiyor. Bu türbülanstan Cemaat galip çıkarsa nasıl bir devletle karşı karşıya olacağımız açık. İçeriği büyük bir skandal olsa da şu son gündemi sarsan dinlemenin/kaydın muhtemelen Cemaat’e yakın ekipler tarafından gerçekleştirildiği, Cemaat’in bunu yapabilecek imkânlara sahip olduğu da herhalde hepimizin malumu. Ve şunu da akılda tutmak lazım ki, AKP-Cemaat ittifakı bozulmasaydı biz muhtemelen şu günlerde CHP-MHP adaylarıyla ilgili tapeler dinliyor olacaktık.
İki ürkütücü yapı ile, bireyi, kendi dışındakileri hiçe sayan ve onu ezen iki devasa yapı ile karşı karşıyayız. Ve bir de, gerilerde bir yerde, sıranın tekrar kendisine gelmesini bekleyen ‘eski devlet’ var, “Bu kavgada oluşan çatlaklardan yeni bir çıkış yolu bulabilir miyim?” hesapları yapan eski devlet. Üstelik, bu sert iktidar kavgasında AKP’nin Cemaat’i iyice köşeye sıkıştırmak için eski devlet ile örtük bir ittifak yapacağı yönündeki şüpheler de henüz dağılmamıştır.
Dolayısıyla, ikisi amansız bir kavgaya tutuşmuş, geçmişleri ve gelecek tasarımları hiç de iç açıcı olmayan, biri de kenarda bekleyen üç ‘devlet’imiz var, ve bütün bunlara ilave olarak, kritik bir darboğazdan geçen çözüm sürecimiz... PKK ve siyasal Kürt hareketinden gelen mesajlar AKP’ye açılan kredinin ilanihaye sürmeyeceğini bir kez daha ortaya koyuyor. Burada da şöyle bir tablo ile karşı karşıyayız: Belki bir ay öncesine kadar AKP için kendi yaşadığı darboğazdan çıkmanın en iyi yolu, çözüm sürecinde somut adım atmak, süreci yasal bir zemine oturtmak ve yolsuzluk iddialarını, kamuoyunu ve dünyayı tatmin edici biçimde soruşturmaktı. Ancak tüm önerilere, uyarılara rağmen bunlar yapılmadı. Ve çember şimdi Erdoğan’ın etrafını sarmaya başladı. AKP’nin iktidarına bir şekilde devam etmesi halinde bile sürecin nasıl ilerleyeceği koca bir soru işareti. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın, parlamentonun netleştirmesi şartıyla erken seçim ya da geçiş hükümeti önermesine yol açan da, belli ki bu tablo. (Milliyet, 26 Şubat 2014)
Tüm bu tablo içinde yeni bir yola, çözüm sürecini de mutlaka gözeten yeni bir siyasete duyduğumuz ihtiyaç gün be gün artıyor. Yoksa bu atmosferden faydalanacak olanlar, yine puslu havayı sevenler olacaktır. Geçen hafta HDP’ye yapılan saldırılar ve Agos önünde açılan o kan dondurucu pankart, bir şeylerin habercisi olmalı.
not: Halkevleri, ‘Halkın Hakları Basın, Sanat ve Dayanışma Ödülü’ne beni de layık görmüş. Kendilerine buradan teşekkür ediyorum.