Şu konuda anlaşmak çok zor herhalde: Tamam, anladık paralel devlet var. Ama mesele şu: Biz bunu zaten biliyoruz. Yıllarca bunu söyledik, söylediler. Cemaat’in devlet içinde çok güçlendiğini, bütün kritik operasyonları bu grubun yaptığını, yargı-emniyet eliyle yürütülen kimi operasyonların insanların hayatını kararttığını, yetmiyormuş gibi büyük bir medya gücüyle insanların daha yargılanmadan mahkûm edildiğini, bu duruma itiraz edenlerin darbeci olarak yaftalandığını... Yaratılan o iklime rağmen... Söyledik ve söylendi bunlar.
Yani AKP ve medyasının, ‘biz’ diyebileceğim bir grubu ‘paralel devlet’in var olduğuna ikna etmeye çalışması epey saçma. Çünkü yıllar, bizim ya da bazı insanların AKP çevrelerini buna ikna etmeye çalışmasıyla geçti. Bilhassa Ahmet Şık ve Nedim Şener gözaltına alınıp tutuklandığında, Hanefi Avcı operasyonu yürütüldüğünde, Türkan Saylan itibarsızlaştırılmaya çalışıldığında. Ve hayır efendim, bu kadar değil: Roboski katliamının hemen öncesinde TSK’nın PKK’lıların sınırdan geçişine kasten izin verdiği haberleri AKP ve Cemaat gazetelerini boy boy kapladığında, KCK operasyonları hızlanmışken şimdi paralel devlete savaş açanlar “AKP siyaseti PKK gölgesinden kurtarmaya çalışıyor, iyilik yapıyor, neye itiraz ediyorsunuz?” yazıları döşendiğinde. Bunlar hep söylendi. Üstelik, –belli bir çevre adına konuşacağım– gayet edepliydik, şimdilerde AKP medyasının yaptığının tersine...
Dolayısıyla, eyyy AKP, bizi paralel devletin varlığına ikna etmeye çalışma. Biliyoruz zaten. İkna olmayan sizdiniz. Daha doğrusu, meseleyi bilen ama bilmeze yatan sizdiniz. “Canım, sana ne oluyor, AKP’nin derdi seni değil seçmeni ikna etmek” diyen çıkabilir. Öyledir muhtemelen ama seçmenin de Cemaat’ten yeni haberdar olduğunu düşünecek kadar saf değilsiniz umarım. Sonuçta olan şu: Mevcut durumda zaten bilinen bir meseleyi öne sürerek bazı meseleleri unutmamız, görmezden gelmemiz isteniyor. Nedir bunlar?
Efendim, mesela şu çürümüş ilişki ağını görmeyelimmiş. Hani o büyük kendine güven ve kibir sayesinde, muhtemelen “Kimse bize dokunamaz, medya, şu, bu her şey elimizde” rahatlığıyla bakanların ve bakan çocuklarının büyük ama çok büyük paralarla oynadığı, bir bakan çocuğunu evinden üç-beş kuruş, pardon bir trilyon liranın çıktığı, hükümete yakın vakıflar üzerinden büyük para transferlerinin yapıldığı yapıyı görmeyelim ya da önemsemeyelim, öyle mi?
Rant ekonomisi ile yeni bir zümreye tüm yolların,i imkânların açıldığı, sorgulanmaz/hesap vermez bir inşaatçılık ve projecilikle doğal ve kültürel dokunun tahrip edildiği, ‘kentsel dönüşüm’ adı altında meydanların, semtlerin bölge sakinlerinden koparılıp sterilleştirildiği, bu ihalelerin yine malum şahıslara gittiği yapıyı görmeyelim, görmezden gelelim mesela.
‘Üçüncü Havalimanı’ diye kutsal bir tabu yaratıldığını, buna itiraz etmenin ülkeye ihanetle eşdeğer tutulduğunu, neye yarayacağı son derece şüpheli bu havalimanı için İstanbul’un doğal dokusunun büyük ölçüde tahrip edileceğini de görmeyelim, unutalım, itiraz etmeyelim. Çünkü, efendime söyleyeyim, paralel yapı var.
‘Üçüncü Köprü’ diye bir başka kutsal tabu daha yaratıldığını, buna itiraz etmenin de ülkeye ihanetle eşdeğer tutulduğunu, yine bu ne işe yarayacağı son derece şüpheli köprü sayesinde kuzey ormanlarının mahvolacağını da görmeyelim, bilmeyelim, buna itiraz etmeyelim.
Bu ihalelerin verildiği şirketlerin fevkalade müsaadeye mazhar olduğunu, bunlara kredi vb. konularda kamu bankalarının hayli cömert davrandığını, bu hizmet karşılığında bu şirketlerin de iktidara ‘tamamen’ bağlı bir medya oluşması için ellerini ceplerine attığını da görmeyelim, bilmeyelim, bu tabloyu içimize sindirelim. Çünkü neden? Paralel devlet var.
Bütün bu haltları duymamamız için, sadece buna özel, yeni bir internet yasası çıkarıldığını, böylece bu tip haberleri yayınlayan sayfaların saatler içinde, bir devlet dairesinin müdürünün emriyle kapatılacağını da bilmeyelim. Bilsek bile buna itiraz etmeyelim. Hatta sevinelim.
Hükümetin bütün bu yolsuzluk davalarından sıyrılmak için HSYK’yı neredeyse tamamen Adalet Bakanı’na bağlamasına da takılmayalım canım. Ne var? Evet, Başbakan daha birkaç ay önce “Millet yargıya el koydu” demiş olabilir, 2010 referandumunu kastederek. E demek ki tam el konmamış, bazı yerler eksik kalmış. O eksikleri kapatıyor işte, neye itiraz edeceğiz ki? Bu meseleye de takılmayalım.
Başbakan’ın sürekli yalan söylemesine de takılmayalım mesela. “Camide içki içtiler” yalanı, keza “Türbanlı bacımızı linç ettiler” yalanı... Bu son derece tehlikeli yalanlara da takılmayalım elbette. Çünkü neden? Geziciler ile paralel devletin patronu aynıymış. Bu yalanı da sindirelim efendim, çünkü paralel devlet var. Sonra maazallah...
Gezi boyunca yedi kişinin bu Başbakan ve bu AKP’nin yarattığı iklim sayesinde öldürüldüğünü de unutalım mesela. Yüzlerce kişinin polisin çığırından çıkmasıyla yaralandığını. Berkin Elvan’ın hâlâ uyuduğunu. Oğlunun acısına dayanamayan bir annenin kalp krizi geçirerek öldüğünü de unutalım keza. Ali İsmail Korkmaz’ın dövülerek öldürüldüğünü, davasının karambole getirilmesi için türlü dolaplar çevrildiğini.
Hrant Dink cinayeti davasının önüne hangi perdelerin çekildiğini. Cinayete bir şekilde bulaşanların nasıl da terfi ettirildiğini. Ve nasıl bir tesadüfse, bu yolsuzluk soruşturmasının yargılanması istenen ‘kamu görevlileri’nden bazılarına denk gelmesini. Evet, unutalım elbette, hiç bilmeyelim.
Evet, çoktandır biliyoruz, paralel devlet var. Daha doğrusu, emniyet ve yargının AKP eliyle teslim edildiği, devlet içinde örgütlenmeye çok önem vermiş, kendini siyasetin dizginlerini elinde tutmaya şartlamış, siyaset üstü gören bir grup var. Bu grup, ta Özal döneminden beri el üstünde tutuldu, 28 Şubat’tan aslında çok da fazla hasar almadan kurtuldu ve bir dönem oldu ki, bu gruba ‘dokunan’ yandı. Biliyoruz.
Ama paralel devlet var diye bütün bu yukarıda sayılanları nasıl görmezden geleceğiz? Paralel devletin olması AKP’nin bütün bu işlerden ellerini yıkayıp, üstünü, başını, omzunu şöyle pat pat diye silkeleyip kalkmasını mı sağlayacak? Ve mesela biz de toplum olarak bunu normal mi bulacağız? Bu mu bizden istenen?
Sindirebilen önden buyursun madem.