Girdiğimiz şiddetli türbülans, Türkiye’deki oyunun ‘seyirci’lerini kâh yeni pozisyonlar almaya, kâh mevcut pozisyonlarını gözden geçirmeye zorluyor. Ve kartlar yeniden dağıtıldıkça kendimizi bir kez daha yepyeni bir denklem içinde buluyor, olup biteni anlamlandırmaya, ilerisi için yeni bir yol bulmaya çalışıyoruz. Önümüzdeki dönemi öngörmekte sık sık zorlanıyoruz. Bu toz duman içinde yol bulmak kolay değil ve sahnedeki aktörler aynı olsa da gölgelerin sık sık yer değiştirdiğine tanık oluyoruz.
Mevcut denklemi şöyle tarif etmek mümkün: AKP’nin başında durduğu yapı bilhassa ekonomik açıdan çürümüş, inşaat/arazi sektörü etrafında dönen rant dağıtma ve toplama sisteminin tüm ekonomik yapıya egemen olduğu iyice ortaya çıkmıştır. Sabah-Atv satışı ile ilgili iddialar ve kayıtlar AKP tarafından dağıtılan ihaleler aracılığıyla nasıl iktidara göbekten bağlı bir klik yaratıldığını ortaya koymuş, bu işadamı kliğinin diğer konularda ‘büyük patron’un emriyle –biraz da mecburen – alengirli alım satım işlerine girdiğini gözler önüne sermiştir. Bunların hepsi iddia aşamasındadır ama işin doğrusu, bu kayıtlar yayımlanmasa bile, herkesin gözü önünde olup bitenler, beş yaşında bir çocuğun dahi anlayabileceği netliktedir.
AKP bu gelişmelere Cemaat’e bağlı olduğu tahmin edilen yargı-emniyet kadrolarını dağıtarak cevap vermiş ve bu hamlesi hukuki açıdan yeni bir çürümenin başlangıcı olmuştur. Son olarak, ilk soruşturma dosyasına bakan savcılara da görevden el çektirilmiş, iddianame yazma görevi AKP’ye bağlı olduğu anlaşılan yeni bir savcıya verilmiştir. Eldeki dosyalar da bilinmeyen bir yere kaldırılmıştır. İkinci dosyanın başına gelenler de malum. Bu uygulamaları ‘Cemaat Hükümet’e karşı’ gibi bir argümanla meşrulaştırmak mümkün değildir; yapılan, açık biçimde, bir soruşturmanın hükümet eliyle kapatılmasıdır.
AKP aynı zamanda bu krizi yine bir fırsata çevirmiş, bilhassa internet yayıncılığında rahat bir şekilde sansüre yönelebileceğinin işaretlerini vermiştir. AKP, bütün bu süreçte üzerine ‘suç’ bulaşmış bir iktidar olmaktan hiç gocunmadığının da sinyallerini vermiştir. Roboski katliamı ile ilgili tavır, Gezi döneminde polisler tarafından dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz davasında ve öncesinde yaşananlar, hükümet ve ideologları eliyle yaratılan iklim, bunun göstergesidir. AKP buralarda kolaylıkla klasik devlet geleneği hizasına çekilmiş, devletin gerekirse ‘can alan’ karakterini kutsayacak hale gelmiştir.
Bu tablo karşısında AKP’nin tek tutamağı siyasal Kürt hareketidir. Öcalan ve PKK, çözüm sürecinin hâlâ masada olması ve sıkışan AKP’nin masadan kalkamayacağını bilmenin verdiği güvenle, ve elbette Cemaat’in Kürt meselesindeki arkaik tutumunu da göz önüne alarak, bu türbülansta AKP’ye yakın durmayı tercih etmiştir. Bu bir yandan da anlaşılır bulunabilir, zira Türkiye’deki mevcut güçler içinde taktik de olsa, ayak sürüyerek de olsa, ne olduğu anlaşılmasa da, çözüm fikrine ve bunu uygulayabilecek güce sahip tek aktör hâlâ AKP’dir.
Denklemin diğer yanındaki Cemaat’in elindeki tek koz, açıklanmış olan ve –bir ihtimal– açıklanmayı bekleyen yolsuzluk dosyalarıdır. Artık yargı ve emniyete neredeyse tamamen hâkim olan AKP, bu yeni dosyaların işleme konmasını ve haberleştirilmesini engelleyebilir, ancak bilgiler şu veya bu şekilde sızdıkça AKP’nin sadece Türkiye’de değil, dünyada da meşruiyeti gittikçe sorgulanır hale gelecektir. Kavga şiddetlendikçe Cemaat’in daha büyük darbeler alacağını, ancak gücünü bir şekilde koruyacağını tahmin etmek mümkün. Ve Gülen’in açıklamalarının satır aralarından da anlaşılacağı üzere, Cemaat bu ve bundan sonraki muhtemel her tür iktidar üzerinde tayin edici bir ‘güç’ olarak kalmaya, bu özelliğini korumaya önem veriyor. Asli öncelik bu. CHP ve laik burjuvazinin bir kısmı da muhtemelen bunu hesaba katarak Cemaat ile arasını iyi tutmaya çalışmakta.
Şu ana kadar bütün parçaların bir şekilde birbirine bağlanıp sanki bir kördüğüm ya da bir ‘pata’ durumu oluşturduğu söylenebilir. İşte bu pata durumu içinde, AKP ne zamandır ağzında gevelediği yeni bir hamleyi hayata geçiriyor. AKP-Cemaat ortaklığıyla icra edilen eski devlete yönelik kimi soruşturmaların ‘keenlemyekün’ sayılması gerektiğine dair mesajlar bilhassa AKP medyası tarafından yayılıyor. Burada niyet elbette Cemaat’i biraz daha köşeye sıkıştırmak. Kafes eylem planı ile ilgili ifşaatlar bunlara bir örnektir. Bir yandan da yeniden yargılama formülleri üzerinde kafa yoruluyor, kimi çevrelere bir nevi itibar iadesi için hazırlık yapılıyor.
Başbakan Erdoğan’ın tutukluluk süresini beş yıla indirme kararını işte bu atmosfer içinde karşılıyoruz. Kategorik olarak itiraz edilemeyecek ve biraz da Anayasa Mahkemesi kararlarının doğurduğu bir hamle olsa da, sonuçta Ergenekon davasının meşhur tutuklularının nihai yargı süreci sonlanana kadar serbest kalabileceği, en azından bunun zayıf olmayan bir ihtimal olarak önümüzde belirdiği bir ortamdan bahsediyoruz. Aslında ölmemiş, arka planda hep yaşayan/yaşatılan ama konjonktürel olarak zayıflayan ‘eski devlet’ ruhuna bizzat AKP tarafından yeniden nefes üflendiği bir ortamda, bu muhtemel tahliyelerin ne tür sonuçlar yaratacağı sorusu üzerinde düşünmek için, bilmiyorum, fazla mı erken? Bu isimlerin genişçe bir kısmının Hrant Dink’e hayatı dar eden, duruşmalarda boy gösteren ve bilhassa 1915 konusunda Türkiye’nin resmi görüşünü sert ve saldırgan biçimde savunanlar olduğunu da, bilmem söylememe gerek var mı?
Tüm bunlara ek olarak, yukarıda saydığım restleşme çerçevesinde AKP’nin Hrant Dink cinayeti ile ilgili ihmalleri Cemaat üzerine yıkma hazırlıkları yaptığına tanık olduk hafta boyunca. Şu notu hemen düşmek gerekir: Cemaat’e yakın kimi polis şeflerinin bu işte geniş bir payları olduğu neredeyse su götürmez bir gerçektir, ancak tablonun bundan ibaret olmadığını, daha geniş bir ittifakın söz konusu olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bir lego ya da puzzle ile karşı karşıya gibiyiz. Bütün parçalar bir şekilde birbirini tamamlıyor, eksik kalan parça hemen birileri tarafından bulunup ya da icat edilip yerine konuyor. Gerekçesi de hemen hazırlanıyor. Dışarıda kalan parçanın ne olduğunu tarif etmeme gerek var mı?