YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Bu kavga, seni beni izleme kavgası mıdır?

AKP-Cemaat kavgasının gitgide derinleştiği ve ilginç bir hal aldığı ortada. AKP, medyasının da yardımıyla yolsuzluk operasyonunda ikinci ve üçüncü dalgayı püskürtmeyi başardı, ilk dalganın da gündemden çekilmesini bir ölçüde becerebildi.Artık konuştuğumuz, Cemaat’in gerçekten yeni bir derin devlet olup olmadığı, dış bağlantıları ve muhtemel yeni hamleleri.

Elbette bu süreçte Suriye’ye giden TIR’ların –anlaşılan yine bir Cemaat hamlesinin neticesi olarak– aranması ve hükümetin bu hamle karşısında “TIR’larda ne olduğu sizi ilgilendirmez” tavrı ibretliktir. Yine her zamanki gibi iki acayiplikle karşı karşıyayız: TIR’ları tam da şimdi arama ihtiyacı ve bu arama (yani kavga) olmazsa belli ki Suriyeli muhaliflere silah götüren bu TIR’lardan bizim haberimiz olmayacağı gerçeği.

İki değil, birçok yanlıştan bir doğru çıkarmaya çalışıyoruz özetle, ve elbette olmuyor. Olmayacağı da çok açık. Erdoğan Aziz Yıldırım için Yargıtay’ca verilen onama kararını “Neden şimdi? Seçim sonrası olmaz mıydı?” diye karşılayabiliyor. Yeniden yargılamalar konusunda yine hükümet kanadından karışık mesajlar geliyor vs. Bu arada sadece emniyet ve yargıda değil, BDDK, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) vb. kritik makamlarda da birçok isim görevden alınıyor ve haberlere bakılırsa, TİB’e, MİT’e yakın isimler atanıyor.Ayrıca, bu kuruma yeni yasal koruma zırhları getiriliyor. Bu arada TIR krizi de yine fırsata çevrilerek, MİT etrafında yeni dokunulmazlık haleleri örülüyor; ne tesadüfse, bir MİTajanını güzelleyen, milliyetçi tonu ağır basanbir televizyon dizisi (‘Kızılelma’), tam da bu günlerde TRT’de gösterime giriyor. MİT’in sorgulanmaz, hesap sorulmaz bir kurum olarak yerini günden güne sağlamlaştırdığını ve etkinlik alanını geliştirdiğini görüyoruz. Bu hamlelere karşılık olarak ise, belli ki Cemaat cephesinden Paris suikastlarının zanlısı Ömer Güney’in MİT elemanı olduğuna dair ses kayıtları ve belgeler servis ediliyor. Burada da amaç, belli ki, hükümet eliyle MİT etrafında oluşturulan duvarda gedikler açmak. Bu iddialar, kayıtlar ve belgelerin, şu güne kadar ikna edici biçimde yalanlanmadığını not düşelim.

Tam da burada, bu kavganın çıkış günlerine yeniden bakmak ilginç olabilir. AKP-Cemaat kavgasını tetikleyen en önemli gelişme,hükümetin Cemaat’i MİT’e bulaştırmama tavrıydı. Cemaat açısındanMİT’i cazip kılan ise, öyle anlaşılıyor ki, kurumdaki imkânlara ek olarak, Genelkurmay’a ait izleme-dinleme sisteminin MİT’e devredilmesiydi. Zaten bu devrin gerçekleşmesinden kısa bir süre sonra, 7 Şubat Krizi olarak bilinen, MİT Müsteşarı ve diğer MİT yöneticilerinin ifadeye çağrılması olayı patlak verdi. O vakitler de hükümet çevreleri bu krizi“Başbakan’ı alacaklardı”, “Hükümet’e diz çöktüreceklerdi”,“Hedef çözüm perspektifi” sözleriyle sundular ve böyle anlaşılmasına özen gösterdiler.

Bu argümanlardabelki gerçeklik payı vardı ama hükümetin karşı hamlelerine baktığımızda, meselenin bu kadar basit olmadığını, bu tür tek cümlelik formüllerin içinde bulunduğumuz tabloyu açıklamak için yeterli olmadığını anlıyoruz. Zira bu karşı hamlelerin her biri, MİT benzeri, hesap sorulmaz, sorgulanmaz kurumların devlet içindeki etkinliğini artırmak şeklinde olmakta. Özetle, hükümet kendi eliyle,tarih boyunca –ve büyük ihtimalle halihazırda – karanlık faaliyetlerde bulunan MİT gibi bir kurumu devletin ve kamu hayatının neredeyse bir numaralı aktörü haline getirmekte. (Yeri gelmişken: MİT’in Hrant Dink cinayetindeki rolü de bugüne dek aydınlatılamamıştır. Fethiye Çetin’in ‘Utanç Duyuyorum’ adlı kitabında dile getirdiği iddialar tatmin edici biçimde yanıtlanmamıştır. Kaldı ki şu soru da geçerliliğini koruyor: MİT gibi bir kurumun elinde böylesi bir cinayete ilişkin hiç belge yok mudur ve Dink’in Valilik’te tehdit edilmesine iki MİT görevlisi de karıştığına göre bu kurumun bu cinayetteki rolü nedir?)

Bu tabloya karşı tek güvencemiz Başbakan Erdoğan’ın sözleri. Çünkü MİT yöneticilerinin soruşturulması için Başbakan izni gerekiyor (Bu arada, Başbakan’dan izinsiz dava açılamayacaklar listesine son olarak Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları da eklendi.) Dolayısıyla ülkedeki yargı sanki ilanihaye Cemaat’in elinde olacak ve MİT aleyhindeki her iddia, her soruşturma talebi, hükümete/çözüm sürecine bir darbe niteliği taşıyacakmış gibi bir denklem kuruluyor, AKP ve medyası tarafından.

Bu, hayli sağlıksız bir denklem. Bir hükümetin, üstelik ‘sivil’ alandan gelmekle övünen bir hükümetin,kendini MİT gibi bir kurumla bu derece özdeşleştirmesi ve bu kurumu hesap sorulmaz bir hale getirmesi, üstelik ona müzakere sürecinin en önemli aktörü payesini vermesi, demokratik hayat açısından son derece problemlidir. Seçim öncesinde bu önerilerim muhtemelen zamansız bulunacaktır ancak bu problemli tablodan kurtulmak için ilk yapılacak şey, çözüm sürecini yasal bir statüye kavuşturup, MİT’i bu denklemden çıkarmaktır. Yoksa bu kavgadaki her hamle ‘çözüm sürecinekarşı’olarak sunulacak, anlaşılacak, hükümet de sistem içinde kendi hegemonyasını genişleten her hamleyi ‘milli iradeyi güçlendiren’ adımlar olarak sunma imkânını elde edecektir.Ve yine siyasal Kürt hareketi için MİT, tuhaf bir biçimde ‘yumuşak bir karın’ olma özelliğini koruyacaktır. Kim bilir, belki hükümetin istediği de budur.

Bunlar yapılmadıkça, tanık olduklarımız, bize AKP ve Cemaat’in toplumun her adımını izlemek, dinlemek, fişlemek için amansız bir kavgaya tutuştuğunu; perde önünde söylenen fiyakalılafların büyük kısmının bu kavgayı gizlemek amacına matufolduğunu düşündürecektir. Bu ülkede devletin ne olduğunu ve ne işe yaradığını iyi biliriz. Bu yüzden,önemli olan onu ele geçirmek değil, onunla ne yaptığınızdır. Klasik devletin zaten yıllardır yaptığını yapmak için bu kavgayı veriyorsanız, ki bu yöndeki göstergeler epey birikmiş durumda, bizden destek beklemeyin, çok rica edeceğim.