YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Derin devlette devamlılık esas mıdır?

AKP-Cemaat kopuşu (artık kopuş demek daha doğru sanırım) muhtemelen bilmediğimiz ya da tahmin ettiğimiz ama kanıtlayamadığımız birçok gelişmenin belgelerle önümüze gelmesini sağlayacak. Bilhassa Cemaat cephesindeki tavır, restleşmede vites düşse de bu konunun kolay kapanmayacağına işaret ediyor. Manzara, siyasi bir gücü olmayan cemaatin, eğer AKP bunu hesaplayarak kendisini küçümsüyorsa, başka güçleri olduğunu göstererek AKP’yi zorlamaya çalışacağı yönünde.

AKP cephesi de boş durmuyor elbette. Dershaneleri kapamak, MGK belgesini yayımlayan Taraf gazetesi yazarı Mehmet Baransu hakkında üç koldan suç duyurusunda bulunmak gibi zecri tedbirlerin yanında, son dönemde yapageldiği üzere, Cemaat’i devlet içinde devlet, milli irade karşıtı bir güç, derin bir odak olarak sunmaya, böyle imalarda bulunmaya gayret ediyor. Bu teori belli açılardan doğru ama hikâyemiz bu kadar basit değil. Geleceğiz o konuya.

Bu tablo içinde, Yüksekova’da olanları, taraflar pozisyonlarını çek etmek için kullandılar desek, abartmış olmayız. PKK’lılara ait mezarların tahrip edilmesi üzerine Yüksekova’da başlayan protesto gösterileri iki kişinin polis tarafından öldürülmesi ile sonuçlanmış, güvenlik güçleri büyük çaplı bir operasyona hazırlanırken dört asker kaçırılmış, bu askerler hemen ertesi gün serbest bırakılmış ve kaçırma işinin bölgedeki yerel insiyatiflerce gerçekleştiği ortaya çıkmıştı. Bilhassa, PKK’lı olmadıkları ortaya çıkan iki esnafın polis tarafından yargısız infaz denebilecek bir operasyonla öldürülmesi (ki bu sayı sonradan üçe yükseldi), kimi göstericilerin silah kullandığı yönündeki iddialar, yeni bir durumla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koymuştu. Tüm bu olanlarda, çözüm sürecini, ruhunu zorlayan bir durum gözlendi.

Bu tablo üzerine gerek AKP, gerek Öcalan, “birileri”nden bahsetti. AKP, “provokasyon” açıklamasıyla PKK, Öcalan ve AKP iradesi dışında bir gücü kastederken, Öcalan da “paralel devlet” diyerek yine devlet içindeki –AKP olmayan– bir gücü ima ediyordu. Öcalan ve PKK’nın daha önceki açıklamalarından, bu “paralel devlet” ile, büyük ölçüde “cemaat” ile çakışan bir gücün ima edildiğini biliyoruz. Dolayısıyla, gerek hükümet çevreleri, gerek Öcalan kanadı bütün bu olup bitenlerden Cemaat’i ve kim olduğunu bilmediğimiz ama çözüm sürecine karşı bazı başka güçleri sorumlu tutmaktadır dersek, yanılmayız sanırım.

Tablo bununla sınırlı değil. Savaş kızıştıkça AKP kanadı, bilhassa son beş-altı yıldır yargı-emniyet ayağında olup biten tüm olumsuzluklardan Cemaat’i sorumlu tutmaya başladı, hatta Fehmi Koru gibi isimler Ergenekon vb. davalarda sahte delil üretilmiş olabileceğine dikkat çekti. Burada da Cemaat’in kastedildiği ortada. 

Sunulan manzara bize kabaca şunu gösteriyor: Cemaat, yargı ve emniyet ve devletin kritik makamlarına yerleşerek siyasi iktidardan ayrı ve bağımsız bir güç gibi davranmaya başlamış, siyasi iktidarı sık sık zor durumda bırakmış ve kontrolsüz bir güç haline gelmiş, hatta MİT hamlesi ile iktidarı teslim almaya yeltenmiştir. Seçilmiş iktidar da buna karşı koymaktadır. Dolayısıyla yeni bir derin devletimiz daha olmuştur.

Bu tablo yanlış sayılmaz, ama madem bize yeni bir derin devlet ile karşı karşıya olduğumuz söyleniyor, o zaman meseleyi de derin devlet dinamikleri içinde ele almakta fayda var. Böyle yaptığımızda, yeni ve çok daha geniş bir çerçeve ile karşı karşıya kalacağımız ortada. Çünkü derin devlet dediğimiz, esasen, devletin bizatihi kendisidir. Derin devlet, kendisine öğretilmiş reflekslerle, ona kazandırılan ‘gen’lerle harekete geçen bir mekanizmadan başka bir şey değildir.

Bunu demişken, ister istemez, eski derin devlet hakkında birkaç cümle etmek gerekiyor. Bilhassa 90’lar ve sonrası, derin devlet marifetleri ve bu marifetlerin faş edilmesiyle geçti. Hepimiz bu konuda bir fikir edinmiş olmalıyız. Bu dönemde bence en dikkat çekici tema, derin devletin sanki ülke dışı, bu topraklara yabancı, uzaydan gelmiş ve bir türlü def edilemez bir varlık gibi sunulmasıydı. Böylece deniyordu ki “Derin devlet kendi kendine zuhur eder, kendine alan açar. Biz bilemeyiz.”

Bu süreçte derin devletin aslında devletin kendisi olduğu hep gözden kaçırıldı. Ta kendisiydi, çünkü önümüzdeki her örnekte gördüğümüz (Güneydoğu’da olup bitenler, siyasi cinayetler, darbeler vs) devlet içindeki bir ya da birkaç kanadın tam da kendilerinden bekleneni, onlara verilen görevi yapmış olmasıydı. Bu reflekslerle yetişmiş, yetiştirilmişlerdi. Kurucu otorite onlara bu devletin Kürtlere, Ermenilere karşı kurulduğunu öğretmiş, seçilmiş hükümetlerin duruma göre devrilebilir olduğunu belletmişti. Bunun için gayri nizami yollara pekâlâ başvurulabilirdi. Dolayısıyla, ne öğretildiyse onu yapıyorlardı. (Yeri gelmişken, Hrant Dink cinayetinin ardındaki yapının ortaya çıkmamasında da asıl sebep kanımca budur. Devletin tüm kanatları işin içindedir. Çünkü bunu yapmanın başlarına ‘bela”’ açmayacağını düşünmekteydiler. Şu ana kadar haksız çıktıklarını söyleyemeyiz.)

AKP eski derin devleti tasfiye edip, yeni derin devleti kurarken bunun bir benzerini yaptı. Yeni derin devletle birlikte yeni ‘refleks’ler saptadılar. Devleti ve rejimi devralan AKP, aynı kurucu otoritenin yaptığı gibi, kimi eski refleksleri de içeren yeni esaslar belirlemiş, devleti ona göre şekillendirmişti. Dolayısıyla ‘paralel devlet’ bugüne kadar her ne yaptıysa, AKP ile beraber yaptı. Bir anlamda, prosedürü yerine getirdi.

Şimdi aynı eski devletin yaptığı gibi (onlar da her yol kazasında derin devleti işaret ettiler, böylece kutsal ‘devlet’ zan altında kalmaktan kurtulmuş oluyordu) AKP de her ‘rutin dışı’na çıkıldığında –bu kez kendi yarattığı– derin devleti işaret etmekte. Böylece onlar da ‘kutsal’ AKP devletini zan altında kalmaktan kurtardıklarını düşünmekte. Muhtemelen de başarılı olacaklar, çünkü eskisinde de yenisinde de ‘sonuna kadar’ gidildiğinde karşılarına çıkan, ‘devlet’ti. Onu yok edemezlerdi. Aynı Ergenekon ve benzer davalarda olduğu gibi...