Yakında, Suriye Savaşı’nın üçüncü lanetli yıldönümünü idrak edeceğiz. Bu vesileyle, Esad iktidarını, bunca zaman savaşa direnebildiği için kutlayabiliriz. Ümidini kaybetmeden mücadeleyi sürdüren muhalefeti de kutlayabiliriz. Ama savaşın asıl kahramanı, insanlar, halk. Karanlığa ve soğuğa, açlığa ve susuzluğa aldırmadan, bombalar altında yaşama tutunan halk.
Şüphesiz, pek çokları kaçak durumuna düşüp ülke dışına çıktı, ama bu, onların da savaş mağduru olmadıkları anlamına gelmez. Belki de, Ürdün’de ve Türkiye’de çadırlarda yaşamaya çalışanların veya Lübnan sokaklarında direnenlerin durumu, Halep’te ya da Humus’ta bombalar altında olanlardan daha kolay değil. Üstelik, göçmen olmanın belirli bir protokolü de yok. Kim, neden, ne zaman evini bırakıp göçmen oluyor, tam bir muamma.
Ancak bir şey çok açık: Savaşın bu en hararetli durumunda, bu kadar zaman sonra, milyonlarca insanın, yurtiçinde veya yurtdışında göçmen durumuna düştüğü, bir gerçektir. Ama halkın büyük çoğunluğu halen kendi evinde, şöyle veya böyle, savaşa ve savaş ekonomisine katlanarak yaşamaya çalışıyor. İnsan, varlığını sürdürme dürtüsünü asla yitirmiyor. Kimileri için, var olmak, olduğu yerde sağlam durmak anlamına gelse de, başkaları için yeni ufuklar aramak olabiliyor.
Halep Ermeni toplumu için de durum böyle. Bazıları ülkeden uzaklaştı; kimilerinin Ermenistan’da, kimilerinin Lübnan’da ya da başka ülkelerde olduğunu biliyoruz. Ya toplum? Toplum olduğu yerde duruyor. Bunun kanıtı da, okullar. Savaştan önce beş lise vardı; bunlardan üçü her zaman oldukları yerde, biri ise başka bir binada, eğitimi sürdürüyor.
Doğrudur, AGBU’nun (Ermeni Hayırseverler Genel Birliği) merkez okulunda savaştan önce 1200 öğrenci vardı, şimdi ise 700 öğrenci var. Her gün okula gidip gelen 700 öğrenci... Doğrudur, okul ağır bombardımanlarda kapılarını kapatıyor ama hemen ertesi gün yeniden açıyor. Öğretmenler ve yöneticiler her gün okula gidiyorlar. Zor yollardan geçiyorlar ama gidiyorlar.
Dahası, kültürel etkinlikler düzenleniyor – mezun toplantıları, şiir okuma yarışmaları, konserler... Peki, dışarıda olan bizler, nereden biliyoruz tüm bunları? Savaştan önce var olmayan, yeni haberleşme araçlarıyla. Suriye’de yeni nesil bir haberleşme türü ortaya çıktı; Ermeniler de bunun dışında değil.
Facebook sayfaları, örneğin ‘Damaskosahay Info’ veya ‘Inch Ga Chiga’ [İnç ga çıga, yani ne var ne yok?] gruplarının dışında, bir de online radyo yayını var: Radyo Yeraz (radioyeraz.com). Yayınına, “Rüya şehir Halep’in radyo rüyası” diye başlıyor. Antranig Dzarukyan’ın ‘Rüyalar şehri Halep’ göndermesinden etkilenen bu radyo kanalı, Halep Ermenilerine, eşi benzeri görülmemiş bir pencere açıyor. Programlarında kültürel konular, devlet sınavını başarıyla geçenlerle yapılan canlı röportajlar, etkinlikler ve dini bayramlar yer alıyor.
Ne Halep öldü, ne de Halep Ermeni toplumu. Üstelik, büyük bir maddi veya insani yardım olmadan sürdürdü varlığını. Yani, Halep Ermenileri için yurtdışından milyonlar gelmedi. Doğrudur, binler geldi, belki de yüzbinler geldi, ama 40-50 bin kişilik, diyelim ki nüfusu bugün yarı yarıya azalmış olan Suriye Ermeni toplumu için üç yılda 10 milyonun anlamı ne ki, 100 binin anlamı ne olsun?
Kısacası, Halep Ermeni toplumu savaşta var oldu. Bugüne kadar bütünüyle yok olmadıysa, bundan sonra da yok olmaz – tabii, şu veya bu taraf büyük bir kırım yapmazsa... Elbette, Halep Ermenilerinin varlıklarını sürdürmeleri, elbette, Suriye’deki iktidarın, onun var olmasını istemesi ya da buna ihtiyaç duymasıyla ilintili. O halde, bugün, iktidardan yana olmanın yanlış bir strateji olduğu söylenebilir mi?
Ermeni kurumları da varlıklarını sürdürmek istediler – kiliseler, siyasi partiler, dernekler. Doğal olarak, bu irade, postu kurtarma gayretinden de kaynaklanabilir. Yöneticiler kendi toplumlarında yönetici; dışarıda onlar da birer göçmen olacak. Bu durumda, makamlarını kurtarmak için toplumu da kurtarmak istemeleri çok mantıklı. Olsun, nasıl olsa halk da, varlığını kendi toplumu içinde sürdürmek istiyor.
Yerevan’daki, Beyrut’taki Halep Ermenilerine sorun, büyük çoğunluğunu Haelp’e dönmek ister.