Marketlerin sebze reyonlarında, sanki tornadan çıkmış ya da kalıptan dökülmüş gibi, hiçbir defosu olmayan, içinden hiç kurt çıkmayan meyve ve sebzeler görmeye alıştık artık.
Özellikle yaşadığımız yüzyılda hızla gelişen talep, her üretim metası gibi tarımsal ürünleri de etkiledi. Teknolojinin ve bilimin sonsuz imkânlarını kullanan, tarım ürünü yetiştiren çiftlikler zamanla birer fabrikaya dönüştü. Öyle garip bir duruma geldik ki, şehirlerdeki marketlerimizde, çok zor bozulan, üstelik her mevsim bulunan tarım ürünleriyle doldu.
Bu görünüşte iyi gelişmelerle beraber bazı başka haberler de almaya başladık. Yılda bir-iki defa çıkan “Hormonlu domateslerimiz Rusya’dan döndü”, “Almanya bizden çilek alımını yasakladı” gibi haberlerle ülkemizde de insanlar konu hakkında düşünmeye başladılar.
Aslında biyodinamik tarımın temelleri 1924 yılında, ünlü filozof, eğitimci bilim insanı, esoterist yazar Rudolf Steiner tarafından atıldı. İnsanlığın binlerce yıllık birikimlerinin daha bilimsel bir yaklaşımla tarımda kullanılması için çiftçilere seminerler veren Steiner, ayın ve yıldızların etkilerinden tarımda nasıl yararlanabileceğimizi anlatarak biyodimanik tanımın temel prensiplerini yarattı.
Kadim bilgiler ışığında ortaya konan ekolojik tarım, organik tarım, biyodinamik tarım gibi kavramlar, dünyanın giderek daha çok ilgilendiği konular haline geldi.
Bu konu üzerinde uzun yıllar çalışan insanlar belli kurallar dahilinde geleneksel yöntemlerle yapılan tarım uygulamalarının çok iyi sonuçlar verdiğini kanıtladılar. Kuralları gittikçe netleşen ve daha iyi denetlenmeye başlayan ‘biyodinamik tarım’ altında ‘biyodinamik bağcılık’ kavramı da yavaş yavaş şarap severlerin hayatına girdi.
Biyodinamik tarım, ilhamını geleneksel tarım uygulamalarında alan organik (ekolojik) tarımla –Ay Takvimi’ni dikkate almak dışında– hemen her konuda aynı yolu izleyen bir tarım metodudur. Sadece yetiştirdiğiniz ürüne değil, ürünün yaşadığı floral sisteme de saygı gösterir.
Örneğin biyodinamik bağcılıkta, asma sıralarının arasına tahıl ya da benzeri bitkiler dikilir. Kökleri vasıtası ile kanallar açan bu bitkiler, yağmur yağdığında bu kanallarda su tutarak, asmanın aşırı su almasına engel olurlar. Sadece asma sıralarının arasına değil, bağın etrafına da çeşitli bitkiler dikerek bağın floral zenginliğini artırmak da tavsiye edilen bir uygulama.
Bağların yakınlarında sığır, inek, koyun gibi havyanlar yetiştirilmesi, bu hayvanların da doğal besi ile beslenip dışkılarının doğal gübre olarak kullanılması, yaygın bir biyodinamik bağcılık uygulaması.
Biraz büyücülüğü andırıyor olsa da, bir öküz boynuzunun içine çeşitli otlar ve başka maddeler doldurup, bunları baharda toprağa gömüp, zamanı geldiğinde içeriği seramik kaplarda ve doğal ortamda, belirli bir sistematikle devamlı karıştırıp bağlar için ilaç hazırlamak gibi yöntemler de var.
Biyodinamik bağcılıkta bağlara kesinlikle motorlu araç sokulmaması, toprağın atlarla sürülmesi ve sürgünlerin iple değil samanla bağlanması da insanın hoşuna gitmiyor değil.
Üstelik, bu uygulamaların tamamı Ay Takvimi’ne göre yapılıyor. “Koca denizin gelip-gitmesine neden olan ay üzümün kalitesine neden etki etmesin ki?” diye düşünüyor olabilirler. Bence pek de haksız sayılmazlar.
Henüz, biyodinamik bağcılığın, ekolojik tarımdan daha faydalı olduğunu gösteren hiçbir kanıt olmasa da, yaşadığımız dünyaya bu kadar saygı gösteren bir üretim yönteminin iyi olduğunu düşünmek insana kendini iyi hissettiriyor.
Tamamen biyodinamik ya da organik tarım ürünleri satılıyor olmasa da Cumartesileri kurulan Bomonti pazarından doğal ürünler bulmanız mümkün. Ayrıca, mevsiminde, iyi tarım uygulamaları ile yetiştirilen ürünlerin satıldığı İpek Hanım Çiftliği de (www.ipekhanim.com) ilginizi çekebilir.