Gezi eylemleri nasıl ki harekete geçirdiği/geçen dinamikler sayesinde Gezi öncesi - Gezi sonrası gibi bir dönemlendirme yarattıysa, AKP’nin Suriye ve Aleviler politikası da sanırım bir kırılma yaratıyor, yaratacak. Buna da Suriye öncesi ve sonrası diyebilir miyiz, henüz bilmiyorum ama galiba yakın bir gelecekte diyebileceğiz. Bu iki dinamiğin kesiştiği, ayrıştığı bölgeler üzerinden yeni fay hatları şekilleniyor; ona bakmaya çalışacağım.
Gezi için çok konuşuldu; önemli ve ona da geleceğiz ama Suriye ve Aleviler meselesi ile başlayalım.
Suriye’de Esad karşıtı gösterilerin başlaması ve şiddetle bastırılması ile, AKP’nin Kuzey Irak’tan başlayan, Suriye’de Sünni bir iktidar, Filistin’de Hamas ve Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarını içeren mutasavver –ve hamiliğini kendisinin yapacağı– bir Sünni eksen kurma projesi, yaklaşık olarak aynı döneme denk geldi. AKP’nin bu eksen çerçevesinde Suriye’deki Sünni güçlere silah ve lojistik yardım yapması, Suriye sınırındaki, etnik/mezhepsel açıdan hassas kentleri –insani yardımın çok ötesine geçerek– radikal Sünni güçlerin kampları haline getirmesi ilk kıvılcımı çaktı. AKP’nin yine bu politika çerçevesinde Esad’ın Aleviliğini, Suriye politikasına muhalif Kılıçdaroğlu’nun Aleviliği ile bitiştiren (ki aslında ikisi farklı mezheplerdir) bir argüman geliştirmesi, ortaya yepyeni bir tablo çıkardı. AKP ile Aleviler, bilhassa Güney Anadolu ve Suriye sınır boyundaki Arap Aleviler arasında kolay kolay kapanmayacak bir gerilim hattı oluştu. Bu tabloya, Gezi Direnişi sırasında polis şiddeti sonucu ölenlerin tümünün Alevi olmasını ve sadece Hatay’dan –bu hafta Ahmet Atakan’ın ölümüyle birlikte– üç kişinin hayatını kaybetmesini de eklersek, tablo daha net ortaya çıkar. AKP’nin çıtayı bilerek mi buralara çıkardığını bilemiyoruz ama durduk yere Alevileri huzursuz etme ve sokağa dökme gibi bir planları var idiyse, bunu başardılar.
Dolayısıyla geçen haftasonu Gülen Cemaati’nin bir marifeti olarak Ankara’da yapımına başlanan ‘cami-cemevi yan yana’ projesine karşı Ankaralı Alevilerin gösterdiği direnişi ve güvenlik güçlerinin bu direniş karşısında takındığı tutumu da bu çerçevede değerlendirebiliriz. Burada küçük bir parantez açmakta fayda var: Başta saydığım gelişmeler olmadığında bile, Türkiye’de artık sadece mezhepsel değil dünyevi olarak da iktidarda olan Sünniliğin, Aleviliği bu biçimde ‘aynılaştıran/kapsayan’ projeler geliştirmesi, Alevilerin tepkisine neden olabilirdi. Dolayısıyla bu proje zaten başlı başına bir meseledir ve iktidar-mezhepler denkleminde belli ki üzerinde çok düşünülmemiş ya da gereğinden fazla düşünülmüş bir hamleyi simgelemektedir.
Konumuza dönelim. Evet; mevcut durumda AKP, bir şekilde bir Alevi meselesi yaratacak, daha doğrusu yaratmış gibi görünüyor. Bu meselenin bilhassa büyük kentlerdeki Alevi mahallelerinde ya da sınır boylarındaki Alevi kentlerinde bir ‘direniş’ kültürü oluşturması ihtimali var. Aslında buna ihtimal demek de fazla temkinlilik galiba, zira böyle. Ve gerek Suriye politikasındaki yukarıda bahsettiğim çizgi, gerek her gösteriyi ‘bastırılması gereken bir darbe girişimi’ olarak gören polis şiddeti sürdükçe, bu direniş kültürünün kemikleşmesi muhtemel. Özetle, burada yeni (aslında eski) bir fay hattı oluşuyor, ya da yeniden canlandırılıyor. Böyle diyoruz, çünkü Alevilik meselesi, daha doğrusu ‘Alevilik’le mesele’ hiç de yeni değil ve bu konuda Alevilerin ‘açılımlar’ gibi sözlerle ikna olması artık hayli zor görünüyor. Hatıralar hâlâ canlı ve mevcut gidişat bu hatıraları tazeler, yeniler nitelikte.
Bir diğer fay hattının Gezi çevresinde –yeniden– oluştuğunu da görmekteyiz. Haftaiçi Hatay’da meydana gelen ölümün ardından, büyük kentlerde Gezi Direnişi’ni sürdüren ‘dinamik’, protesto gösterileri yapmak istedi. Hükümetin bu gösteriler karşısındaki tavrı yine park kapatmak, meydan kapatmak, TOMA ve biber gazları ile gösterici dağıtmak şeklinde oldu. Yani artık Gezi ile bağlantılı bir konuyu, basınçlı su, biber gazı ve polis şiddetine maruz kalmadan protesto etmek imkânsız hale geldi. Bu, artık normal kabul etsek de, başlı başına bir meseledir. Toplantı ve gösteri hakkının fiili olarak bir grubun elinden alındığını görüyoruz. ‘Gezi’ kategorisine giren her türlü muhalefetin baştan suçlu ilan edildiğine tanık oluyoruz. ‘Direniş’e yakınlık duyan semtlerin güvenlik güçlerince terörize edildiğine tanık oluyoruz. Hükümet ya da AKP burada da eğer –büyük oranda– kendi elleriyle bir direniş hattı, bir fay hattı oluşturmayı hedefliyor idiyse, bunu da başarmıştır.
Son olarak, çözüm sürecinden umduğunu bulamayan siyasal Kürt hareketinin de tekrar sokağa çıkma hazırlıkları yaptığını görüyoruz. Ahmet Atakan’ın Hatay’da ölümünün ardından BDP’nin yaptığı çağrı önemlidir. Bilhassa İstanbul’da bu çağrının sanki temkinli bir şekilde karşılandığını –ve bu temkinli duruşu haklı çıkaracak biçimde, kimi ulusalcı çevrelerin BDP’ye yine mesafeli yaklaştığını– görsek de, Gezi Direnişi, Aleviler ve siyasal Kürt hareketinden oluşan bu fayların kimi zaman iç içe geçerek, kimi zaman da ayrılarak, bilhassa büyük kentlerde yeni bir ‘tansiyon’ oluşturması muhtemeldir. AKP’nin büyük oranda kendisinin yarattığı bu tansiyonu düşürme yönünde bir hamle mi yapacağı, yoksa bu tansiyonun belirli bir seviyede devam etmesini mi tercih edeceği, kritik önemde.