BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Kaadir-i Mutlak’tan paniğe Erdoğan

 

Sayın Başbakanım. “Dost acı söyler ve çok hayırlı iş yapar” ilkesi icabı, izninle devam ediyorum. İnsanların hayatına karışayım derken vahim bir kısır döngüye girdin. Bunu hemen özetleyeceğim, ama şimdiden söyleyeyim: Senin “Ben değişmem!” demen, kendi kendini bir “Panik İmparatorluğu” içine hapsettiğinin fotoğrafıdır. Buna da en sonda geleceğim.

Kısır döngü şöyle: Dediğin yapılmayınca, şiddet. Tepki büyüyünce, panik. Panikleyince, artırdığın şiddet. İyi de, 21. Yüzyılda muhalefeti şiddetle önleyemiyorsun ki; senin henüz idrakine varamadığın şey bu işte. Artık alıştığın düşmanlar yok; “polisin” piyano tutukluyor. Son olarak “Duran İnsan” icat oldu geldi. Ardından, “Bakan İnsan” veya “Düşünen İnsan” çıkacak (R. Türmen, T24, 19.06.2013). Artık sona ermiş bir dönemde kaldın Don Kişot gibi Sn. Başbakanım; hadi gel de savaşa gir şimdi yel değirmenleriyle.

Tahliline geçeceğim, ama önce paniğin aklıma geliveren semptomlarını (belirtilerini) özetleyeyim:

Paniğin semptomları

1) Kavga etmediğin, aşağılamadığın, tahrik etmediğin kalmadı. Her şeyi bırak, tehlikeli katillere yapılan şeyi sen hayat kurtaran doktorlara ve tıp öğrencilerine yaptın: Ters kelepçe.

Toplantıya çağırıyorsun, DİSK genel sekreteri 'Gezi Parkı artık sosyolojik, toplumsal meseledir' deyince, senin sosyoloji okuduğunu bilmiyordum, “Haddinizi bilin, sizin haddinize mi bize sosyoloji öğretmek” diyorsun, sakinleştirmek için Sümeyye kardeşimiz babasının yanına geliyor, dışarıya çıkartıyor, içeridekiler on beş dakika daha kalıp dağılıyorlar (T24, 15.06.2013). Bir daha kimse Sümeyye hanımın her toplantıya ve seyahate niye katıldığını sormaz da, Sn. Başbakanım, böyle devlet yönetilir mi?

2) Bundan sonra senin sözüne nasıl güvenilecek? “Gül ortalığı yatıştırmış, barikatlar kaldırılmakta, ertesi gün için senden randevu almışlar, ama “polisin” birdenbire basarak Gezi ve Taksim’i dağıtıyor. Sonra, “Park 24 saat içinde boşaltılsın” demenden birkaç saat sonra, 20.50’de “polisin” Gezi’ye aniden saldırıyor ve boşaltıyor.

3) Yalan/yanlış/çok şüpheli şeyleri temcit pilavı gibi tekrarlıyorsun. “Camide içki içtiler” bunların içinde en sevdiğin. Seni önce müezzin yalanladı ama, dinsel duyguları bu kadar iyi tahrik edecek bir iddiadan kendini mahrum bırakacağını sanmıyorum. Üstelik, kendi söylediklerinle bir anlamda tutarlısın da. 1994’te Alper Görmüş’e demecin: “Ben bu şehrin sadece belediye başkanı değil, aynı zamanda imamıyım. İnsanların günah işlemesine engel olmak da görevlerim arasındadır” (Taraf, 05.06.2012). Ortada bir yargı süreci varken, “Milli iradeye saygı; halk yoklaması yapacağım” diye çıktın. Şimdi de, yargı senin aleyhinde karar verse bile “bütün İstanbul’da” oylama yapacaksın. Gezi Parkı’nı hayatlarında görmemiş milyonlarca AKP seçmeninin oylarını, yani “sandık”ı, demokrasi ve insan haklarını vurmak için kullanmak ancak bu kadar olur.

Bir dikta klasiği: “İç ve dış mihraklar”

İç ve dış mihraklar bizi düşürmek istiyorlar. Düğmeye bastılar, önce Reyhanlı sonra Taksim” diyorsun. Bilmem biraz fazla “à la Kenan Evren” olmadı mı ama, bu söylediğin iki hesaba dayalı gözüküyor: Birincisi, “Bizim hiçbir günahımız yok, biz sütten çıkmış ak kaşığız, yabancılar yaptı”, ikincisi, “Gezi Parkçılar bu mihrakların ajanıdır”. 20’lik Erasmus öğrencileri bile ajan ilan edildi.

Benim başörtülü kızlarıma, başörtülü bacılarıma saldırdılar”. Şunu da artık bir açıklığa kavuşturalım. Mümkündür; bunu yapabilecek çok sayıda ideolojik öküz var ülkede. O zaman derhal ifşa ettir. Utansınlar. Mobese kayıtları açıklansın. Ama kullanma böyle sürekli, sanki Gezi Parkçılar yapmış gibi.

4) Çok tutarsız davranıyorsun Sn. Başbakanım. Toplantıda Mahsun Kırmızıgül bile söylemiş diyorlar: “Başörtülü anneme sokağı haram ettiler, şimdi biz içenlere git evinde iç diyoruz”. Halk oylaması diyorsun, ama üç mahallesi elinden alınan Mustafa Sarıgül halk oylaması yapmaya kalkınca, Kasım 2012’de “kaymakamın” yasakladı.

Teşhis

Önceleri, uzun bir iktidar döneminin kabarttığı kibir ve narsisizm diyordum ama, artık izah etmiyor. Ancak “panik” yaptırabilir bu kadarını Sn. Başbakanım. Sen basbayağı panikledin ve bu yüzden girişiyorsun Cadı Avı’na.

Çünkü “büyü” bozuldu. Önce, sen İttihatçı statükoya karşı çıkarken arkandan gelen, ama şimdi bizzat İttihatçılığa başlayınca vicdanlarının sesini dinlemeye devam eden mütedeyyinler (Antikapitalist M., Vicdani retçi M., Genç Müminler, vb.) bunu İslam’a sığdıramadılar. Homurdanmaya başladılar, üstelik de Kuran’dan ayetler okuyarak. Bir de, “iki baldırıçıplağın” parkında Cuma namazı kıldılar. Burada da kalmadı. Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan olayıyla da patlak veren AKP-Gülen Cemaati çekişmesi sürerken, partili vekillerden sesler yükselmeye başladı: Erdal Kalkan, “Ben de içiyorum” diyen İbrahim Yiğit, attığı tweetlerle tek başına 50 CHP muhalefeti eden Ertuğrul Günay.

Kaadir-i mutlak” imajını sarsan homurtular bir de partinden gelince kötü oldun, daha da genişlemesinden korkuyorsun. Askerî vesayeti hallettin, onun yerine kendi askerini yani MİT’i ve polisi koyamayacağını anlıyorsun, mutlak otoriteni kaybetmek seni dehşete düşürüyor. Ama bunun “ecele faydası yoktur”, diyorlar. Tek çare, Sn. Başbakanım, bir “balkon konuşması” yapıp ona ebediyen sarılmakta. “Zararın neresinden dönsen, kârdır” diyorlar. Başka çaren de yok zaten. Ateşe benzin döktükçe, kalan da gidecek.