Beyrut’ta Osmanlı hanedan sülalesinin bir ferdi ile tanışma fırsatım oldu. Annesi tarafından Sultan 2. Abdülhamit’in öz turunu idi. Beyrut’taki Amerikan üniversitesinde mühendislik eğitimi almıştı. Çok az Türkçe konuşabiliyor. Tanıştığımızda ailesinin Türkiye’den sürgün edilişini anlattı. Anlamakta zorlanmıştım, nasıl oluyordu da bir diaspora Ermeni’si olarak ben ve Osmanlı hanedan ailesinden gelen o aynı kaderi paylaşıyorduk. Her ikimiz de ülkemizden sürgün edilmiştik.
Bu gün en sağdan en sola kadar farklı görüşlerden Türkiyelilerin kendi hükümetlerine karşı adalet ve demokrasi talebiyle mücadelelerine tanık oluyoruz. Bizler de o hükümetten yıllarca adalet talep etmiştik. Bir kez daha ve hayretler içinde bu insanlarla da aynı kaderi paylaştığımızı görüyorum. Tabii ki bu hükümet eskiye oranla çok daha demokratiktir. Ancak bu gün belli oluyor ki demokratlık rolü oynamanın esas amacı sınırsız güce sahip olarak tüm diğerlerini yok etmektir. İttihatçılar da 1908-de Ermenilerle işbirliği yaptıktan sonra aynı şeyi yapmamışlar mıydı?
Ayrımcılığın ve adaletsizliğin tüm kurbanları ile aynı kaderi paylaşıyoruz. İslamcılar iktidara gelip milliyetçilere ve solculara karşı adaletsiz davrandıklarında bizler doğal olarak o milliyetçilerle de aynı kaderi paylaşacağız. Tabii aynı durum tersi için de söz konusu. Çok uzun yıllar boyunca da milliyetçilerin baskılarına maruz kalan İslamcılarla aynı kaderi paylaşmıştık. Aslında ne gerçek İslamcı, ne gerçek yurtsever ve hatta ne de gerçek milliyetçi doğuştan kötü insan olabilir. Esas kötüler din ve millet adına, hatta sosyalizm adına iktidarı ele geçirip o erki çıkarları uğruna kullananlardır.
Hükümetin, ger ne yapıyorsa halkın iyiliği için yaptığı yalanına kimsenin inanmaması da kaderin bir oyunu olsa gerek. Bir Ermeni’yi kırdığında ülkenin bütünlüğüne hizmet ettiğine, Kürtlerin köyünü yaktığında terörizmle mücadele ettiğine veya eşcinsellere saldırdığında toplumun ahlakını koruduğuna insanları inandırabilirsin. Böylesi mantıksız ve akıl dışı gerekçeleri çoğaltmak mümkün. Ancak bunu artık bugün yapamazsın Komik duruma düşersin. Artık Ermenilere yapılanları gerekçelendirmenin mümkün olmadığını Türkler de anlayacak. Bu arada Ermeniler de Türklerin de aynı hükümetlerin kurbanı olduklarını görecekler. Demek ki mesele Ermeni, Türk veya Kürt olmakla değil, adil ve adaletsiz olmakla ilgili.
Mevcut hükümetin İttihatçılarla o kadar çok ortak paydası var ki. Dışardan izleyip hükümetin milliyetçi söylemlere karşı cesur duruşunu gördükçe Türkiye’nin değişeceğini ummuştuk. Milliyetçi ideolojiyi alt etmenin getireceği özgüvenin, 73 avukatı adliyede tutuklamasına yol açacağını bilememiştik.
Sorun insanların bu hükümete güvenmiş olmalarında. Diğerlerinden zaten umudu kesmişlerdi…Hayal kırıklığı, en başından beklentisi olmamaktan daha ağır bir şey. Gerçek şu ki hükümet bizi hayal kırıklığına uğrattı. Öte yandan bunca yıldır şeytanlaştırarak lanetlediğimiz, aşağıladığımız zavallı milliyetçiler daha da kötü bir durumdalar. Yıllarca baskı altında tuttukları İslamcıların ve solcuların düellosunu seyirci sıralarından izlemeye mahkûm oldular.
En acısı öz ülkenden ümidini yitirmektir. İstanbulluların şehirlerine karşı besledikleri sevgiyi her zaman kıskanmıştım. İnsanın yaşadığı kenti bu denli sevmesini ve daha iyi bir şehre göç etmeyi düşünememesini anlamakta zorlanmıştım. Bu bağın kaynağı umuttu. İnsanlar bu şehirde kısa ve uzun vadeli geleceklerini hayal edebiliyorlar. Bu gün İstanbullularda bu umut halen var mı? Kimileri şansını yaban ellerde aramakta. Ben ve Osmanlı kaderdaşım da Taksimdeki kardeşlerimizi Beyrut’tan izlemekteyiz.