Mevzu malum; 1 Mayıs gelip çatınca sendikalar yine Taksim’i istedi, hükümet ise meydanı vermedi, kazıları gerekçe göstererek. Öncesinde Başbakan Erdoğan Taksim’le ilgili hayallerini açıklamıştı zaten. Evet, o topçu kışlası yeniden inşa edilecekti ve şüpheler doğruydu; kışlanın içinde AVM ya da rezidans (bildiğin lüks daire) olacaktı, Taksim Meydanı’nın göbeğinde. Bu sözleri okuyunca geçen yıl kasım ayında meydanda inşaat yeni başlamışken Agos’ta yazdığım yazıyı hatırladım. Şöyle demiştim yazının sonunda:
“Taksim’ı yalnız başına düşünmeyelim. AKP tüm İstanbul’u baştan tasarlıyor. Kent merkezinde kalan ama artık sermayenin giremediği semtleri (Tarlabaşı vs) yıkıyor, yeniden inşa ediyor. Ancak bu yeniden inşa sonrasında değerlenecek ve sermayenin şimdiden gözünü diktiği evlere, eski sakinlerinin tekrar sahip olması zor olacak. Dolayısıyla bölge el değiştirecek. Böyle bir bölgeye, sürekli miting yapılan, kentin o karmaşık yapısının aslında yansıması olan bir Taksim Meydanı eşlik edemezdi herhalde. Meydan düzleniyor, steril hale getiriliyor, yayalaşma adı altında insandan arındırılıyor, Kışla adı altında (muhtemelen) bir alışveriş merkezi inşa ediliyor ve yeni sermayenin beğenisine sunuluyor. Olan budur.” (‘Muhafazakâr kapitalizmin Taksim hamlesi’, Agos, 23 Kasım 2012)
Senaryo üç aşağı beş yukarı buna uygun gidiyor. Evet, muhtemelen, şu gün daha ağırlıklı olarak tartışılan konu, ‘Sendikaların 1 Mayıs ısrarı doğru muydu, değil miydi?’ olacaktır. Fakat burada asıl ısrarcı olan, belli ki hükümet. Evet, sendikaların Taksim ısrarı var; 30’u aşkın kişi can verdi orada, o zamanki derin devletin de katkılarıyla böyle bir dram yaşandı. Büyük oranda bu yüzden ve sonraki yıllarda gelişen, devletin “Vermeyiz” taassubu yüzünden, var bir Taksim ısrarı. Asıl mesele şu: Hükümet niye bu kadar ısrarlı? İnşaat yeterli bir mazeret değil. Sendikalar ve örgütlerle birlikte yapılacak iyi bir planlama ile bu sorun aşılabilirdi. Öyle yapılmadı. Muhtemelen uzun vadede Taksim Meydanı’nı ‘muhalif’ gösterilerden arındırmayı amaçlayan AKP, hem inşaatı, hem de sol gruplar ve sendikaların ısrarını bulunmaz bir fırsat olarak gördü ve kullanmaya karar verdi. Muhtemelen, Çarşamba günü olanlardan sonra bu konuda kendine yeni bir meşruiyet zemini bulduğunu düşünecektir. Bu tablo içinde, mesela, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in 1 Mayıs’ta yaşananların ardından sonra söylediği sözler hayli açıklayıcı:
“Eski meydanlar şehrin tam merkezinde kalmış. Gelişen duruma göre milletin daha az rahatsız olduğu, miting yapanların daha rahat edecekleri bir ortam teklif ediliyor. Anadolu yakasında bir miting alanımız olsun, Avrupa yakasında derli toplu bir alan yapılsın. Her zaman hayatını kaybeden emekçilerin anılması için kimse Taksim’i kapatamaz. Sembol anlamında ayrı bir özelliği var Taksim’in.”
Belli ki Taksim’de sembolik anmalara izin vermeyi, ama artık büyük gösteriler için başka alanlar göstermeyi düşünüyor hükümet. İnşaat biraz işin bahanesi yani. Dolayısıyla bunu yine o AVM inşaatıyla, kentsel dönüşümle birlikte düşünmek kaçınılmaz. Sadece kenti değil, kent sakinlerini de değiştiren, parçalayan, öteye atan, bölgeleri eski sakinlerinden alan, bunun yolunu açmak için gerekirse adı konmamış bir sokağa çıkma yasağı ilan edebilen, meydanları bu yolla sterilleştirmek, muhalif sesleri bu yolla kriminalize etmek isteyen bir zihniyet bu. Otorite bunu 1980 öncesinde –yukarıda belirttiğim gibi– derin devletle, ve elbette sol içi kavgalardan da faydalanarak yapardı. Otoriteyi devralan AKP ise bunu muhafazakâr, otoriter bir kapitalizmle yapıyor.
Ve ne tesadüftür, bunu yaparken son derece basit, ve Kenan Evren’e yakıştırdığımız, onda gördüğümüz mantık yürütmelerine gitmekte beis görmüyor. Metro kazılarında ortaya çıkan arkeolojik bulgular için “çanak çömlek, çatal bıçak” demekten imtina etmiyor mesela Erdoğan. Keza, Topçu Kışlası’nın yeniden yapımı için “Bu kışlayı korumak Koruma Kurulu’nun görevi değil mi?” gibi, mantık sınırlarını zorlayan çıkışlar yapabiliyor. Evren buna benzer, basit bir mantığı devletin otoritesini sağlamak için kullanırdı. Rejimini, böyle düşünen insanlar üzerine kurmak istiyordu çünkü. Erdoğan ise, yazının başından beri tarif etmeye çalıştığım itaatkâr, ranta dayalı, muhafazakâr bir kapitalizmi kurmak için kullanıyor.
Belli ki o da rejimini büyük oranda böyle insanlar üzerine kurmak istiyor. Muhafazakâr ama Taksim Meydanı’ndaki tek yeşil alanın imha edilip onun yerine yapılacak bir sembolik Topçu Kışlası’nın AVM ve rezidansa dönüşmesinde problem görmeyen bir çoğunluk. Bunun için İstanbul’da neredeyse sokağa çıkma yasağı ilan edilmesine ses çıkarmayan, bunu anlayışla karşılayan bir çoğunluk. Büyük meselelerde sözü ‘Şef’e bırakan, böyle meselelerde ise bir 12 Eylül otoriterizminin sahne almasını anlayışla karşılayan, hatta destekleyen bir çoğunluk.
Böyle bir tablo karşısında çıkıp da Erdoğan’a o çanak çömleğin paha biçilmez değerde olduğunu söylemek faydasızdır. Erdoğan zaten onu biliyordur. Yaptığı, bir hat çekmektir. Otoriter muhafazakâr kapitalizmin ne kadar gözü kara olabileceğini söylüyor, onun sınırını çiziyor aslında. Ve Taksim’e de devasa, kışla şeklinde (nasıl da manidar) bir AVM hattı çiziyor. Göstericilere atılan yüzlerce gaz bombası eşliğinde, binlerce polisle çekilen bir hat. Yeni dönemin simgesi olacak bir hat.