24 Nisan tarihi Ermeniler için ne ifade eder? Alın size binlerce cevabı olan bir soru.
Ailesi Der Zor yollarında kalmış, kendisi misyoner yetimhanelerinde büyümüş olanın cevabı ayrı; Sivaslı ana babadan doğup Ermenice bilmeyen New York’lu sanat öğrencisinin cevabı ayrı; Marsilya’da konfeksiyon atölyelerinde ömür tüketmiş, kocası da kendi gibi kılıç artığı olan ihtiyar kadının cevabı ayrı; geçim derdiyle İstanbul’a gelip yaşlılara bakan Yerevanlı hastabakıcının cevabı ayrı.
Yine de, dünyanın farklı enlem ve boylamlarındaki Ermenileri yatay ve dikey olarak kesen bütün çizgilerde, her bireyin yüreğinde ve belleğinde ayrı bir vurguyla dillenen hisler yelpazesi ortak: Hüzün, özlem, naçarlık, tedirginlik, öfke, haykırış…
1915’te Ermenilerin Trakya ve Anadolu’nun bağrından, Sivas’tan, Adana’dan, Diyarbakır’dan, Samsun’dan, Merzifon’dan, İzmit’ten, Çorlu’dan sökülüp atılmasının;, topraklarından sürülüp öldürülmesinin; Ortadoğu’da, Avrupa’da, Amerika’da, bilmedikleri diyarlarda yeni hayatlar kurmak zorunda kalmasının yarattığı acıyı simgeleyen tarih 24 Nisan… Dahası, bu acının görmezden gelinmesi, yok sayılması, küçümsenmesi, sayıya vurulması, politikaya alet edilmesi, tarihten silinmeye çalışılması, velhasıl inkâr edilmesi karşısındaki duygusal patlamanın ifadesi.
24 Nisan, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ‘çart’ (kesim), ‘ağed, yeğern’ (felaket), kafle, seferberlik gibi adlarla anılan ve yüz binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan soykırımın başlangıcı değil ama en önemli dönemeçlerinden biri. Tüm kültür hayatını şekillendiren seçkin tabakanın ortadan kaldırıldığı olayların işaret fişeği. Ermeniler, bu büyük yaratıcılar grubuna duydukları saygının göstergesi olarak 24 Nisan’ı milat kabul ettiler. Onları anmak, 1915’in bütün masum kayıplarını anmak anlamına geliyor.
Yerevan’daki bir tepeye kurulu anıta doğru bir nehir gibi akan, bayramlık kıyafetlerini giymiş, çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı, güneşin altında, metin, ağırbaşlı adımlarla yürüyen, ellerindeki kırmızılı beyazlı çiçekleri sırt sırta vermiş soğuk taşların ortasında hiç sönmemecesine yanan ateşin çevresine bırakan binlerce insan. Bütün memleket o ateşin çevresinde dönüyor, ölüleri anmak için hayat bir günlüğüne duruyor. Gomidas’ın derinden yükselen ezgileri bu sessiz yürüyüşe eşlik ederken, tepeye adını veren kırlangıçlar insanların başları üzerinde hızla kanat çırparak geçiyor.
Ulusların mutluluklarını, sevinçlerini paylaştığı günler vardır; Ermenilerin ulusal günü ise yasla birlikte anılır. Ermenice takvimlerde, o gün, geri kalan 364 günden farklı olarak siyah çerçeve içine alınmıştır.
İlk kez 1919’da, İstanbul’da, kendileri de tehcirin ateşten yüzünü görmüş aydınların girişimiyle yas ve anma günü olarak idrak edilen gün, dünyanın dört bir yanında, Ermenilerin olduğu her yerde insanları bir araya getirir.
Hakikati yok saymanın yüzsüzlüğüne karşı öfkeyi dil olarak kuşanan, yükselen sloganlarla ve çıkarcı siyasilerin ihtiraslı söylevleriyle masumiyetine gölge düşürülmeye çalışılan, en önde siyah giyimli, ak saçlı ihtiyarların saf tuttuğu, yitip gidenlerin dolmayacak boşluğunu itiraf eden gözyaşlarının damla damla süzüldüğü bir kara gün.
24 Nisan… Kaybedilen yurdun, kaybedilen canların ardından yakılan ağıt; yok edenin, yok sayanın, hor görenin yüzüne karşı yükselen zılgıt.
Ve 24 Nisan nihayet, Ermenilerin yanında Türk’ün de, Kürt’ün de durabildiği, anlamı daha da genişlemiş, derinleşmiş
bir yas günü. Acıya dermanın paylaşmaktan, sırt sırta vermekten, anlamaktan geçtiğini bilenler bugün azlar, ama yarın çoğalacaklar.
Fotoğraf: Berge Arabian |
Onlar çoğaldıkça, tarih boyunca küllerinden doğmayı bilmiş kadim bir halkın masum kayıpları, barışçı bir geleceğin de anahtarı olacak.
Bugüne kadarki sorun, Türkiye’nin 1915 konusunda doğru ahlaki ve siyasi tutumu geliştirmemiş olmasıydı. Sorun, bu ülke insanlarının, bu topraklarda yaşanmış acıya sessiz kalması, onu meşru görmesiydi. Ermenilerin vatandaşı oldukları ülkeden atılmasını haklı gösteren resmi söylemin, tartışmadan, akıl yürütmeden sahiplenilmesiydi.
İdrak edilmesi gereken, bu söylemi üreten zihniyetin, sadece Ermenileri değil, Türkiye toplumunun çok geniş bir kesimini, mağdur ettiği. Türkiye’de geçmişin hayaletinin güncel siyasi tartışmaların üzerinden hiç çekilmemesinde, bu gerçeğin yarattığı huzursuz ruh halinin etkisi var.
O zaman, tekrarlamakta yarar var: 1915, sanıldığı gibi geçmiş değil, bir gelecek meselesidir. 24 Nisan’larda yan yana daha kalabalık durabildiğimizde, geleceğin kapısını da aralamış olacağız.
‘Yahudi katkısı’nın hatırlattığı
Agos’un 12 Nisan 2013 tarihli 886. sayısında yayımlanan “Resmi tarihe ‘Yahudi katkısı’” başlıklı haberle, bazı okuyucularımızı üzdüğümüzü fark ettik. Naim A. Güleryüz tarafından kaleme alınan ve Gözlem Yayıncılık tarafından yayımlanan ‘Gaziantep Yahudileri’ kitabında yer alan Ermeni karşıtı ifade ve anlatımları eleştiren haberde, istemeden de olsa, sorumluluğu tüm Yahudilerin üzerine yıkmak anlamı çıkarılabilecek bir başlığa imza attık. Her türlü ayrımcılığa karşı mücadele etmek amacıyla kurulmuş olan ve bu yolda yayın yapan Agos, ilk sayısından beri, özellikle dildeki gizli ayrımcılıklara karşı son derece hassas. Aynı hassasiyeti kendi sayfalarımızda da göstermemiz gerekiyor şüphesiz. Okuyucularımız her ne kadar niyetimizin bu olmadığını bilseler de, haber başlığının yarattığı algı, bu konulardaki duyarlılığın, sürekli bir dikkat ve sorgulamayı gerektirdiğini bize bir kez daha hatırlatmış oldu. Okurlarımızdan özür dileriz.