Araştırmacı Amed Gökçen, 7 Nisan tarihli Radikal İki’de, birkaç gün önce aynı gazeteden Ezgi Başaran’a verdiğim röportajdaki Kürtler ve 1915 ilişkisine dair sözleri eleştirdi. Bu haftaki yazım, uzunca süredir üzerine düşündüğüm, yazıp çizdiğim bu meseledeki tartışmayı biraz daha açmak ve Gökçen’in eleştirilerine cevap vermek için. (Gökçen’ın yazısı: http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikaldetayv3&articleid=1128591&categoryid=42; Ezgi Başaran’ın söyleşisi: http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikalyazar&articleid=1127520&yazar=)
Radikal röportajında, Kürt halkının 1915’e dair ortak hafızasının ülkenin Batı’sına, yani Türklere göre çok daha canlı olduğunu, çünkü Kürtlerin, tehcir ve katliamların büyük bir kısmının gerçekleştirdiği bir coğrafyada, gerek fail gerek tanık olarak, yaşananları yakından bildiğini, bunun sonucu olarak da, bu konudaki tavrının oldukça ileri olduğunu anlattım. Buna karşın, Kürt siyasetinin, Osman Baydemir ve Abdullah Demirbaş istisna, bu konuda halk tabanına göre epey geri bir noktada durduğunu ifade ettim.
Gökçen, yazısında, söyleşide kullandığım tanımların özensiz olduğu eleştirisini getirerek, bu özensizliğin “gerek bireysel olarak Kürtlerin gerekse de Kürt kurumlarının çabalarına gölge düşüreceğini” söylüyor.
Gökçen’e göre, ifadelerim, üç konuda tıkanıklık yaratıyor: 1. Olayların failinin kim olduğu? 2. Ermeni mülklerine kimin el koyduğu? 3. Kimin özür dilemesi gerektiği?
Amed Gökçen, söyleşide kullandığım, “Failler o coğrafyanın yerlileriydi. Yani Kürtlerdi”, “Kürtlerin pek çoğu, katliamların katılımcısı veya tanığı olarak yaşananları biliyor” veya “1915’te Kürt nüfusun önemli bir bölümünün katliamlarda ve talanlarda rol oynamış” ifadelerinin çözümü engelleyici olduğunu savunuyor.
Esasen, Gökçen’in okuduğunu bildiğim, ancak dikkate almadığını düşündüğüm daha önceki iki yazımda, benzer eleştirileri etraflıca yanıtlamıştım, ancak bir kez daha toparlamaya çalışacağım. (Kürtlerin Suç Ortaklığı Meselesi, 25 Ocak /makale.php?seo=kurtlerin-suc-ortakligi-meselesi&detay=375; Kürtler ve Özür Meselesi, 8 Şubat /makale.php?seo=kurtler-ve-ozur-meselesi&detay=385)
Kolektif sorumluluk
Herhangi bir kimliği mutlaklaştıran, farklılıkları görmezden gelen yaklaşımlar ayrımcıdır. 1915’te işlenen katliamlarda Kürt kolektif kimliğinin fail olduğunu iddia etmek de ayrımcıdır şüphesiz. Böyle bir tavır içinde olmayı ahlaksızlık sayarım. Ancak –hele gazete köşelerinde– yazarken, konuşurken, Kürtler, Türkler, Ermeniler gibi topyekûn ifadeleri kaçınılmaz olarak kullanıyoruz. Kürtlerin soykırımda suç ortağı olduğunu veya genel olarak Kürt kimliğinin suç ortağı olduğunu düşünüyor değilim. Dahası, aynı suçluluğu Türkler için de düşünmüyorum. Soykırımları şu ya da bu ‘halk’ değil, zihniyetlerin harekete geçirdiği insanlar ve kitleler yapar. Nitekim söyleşide de, Kürt halkı 1915’te yaşananları yakından biliyor derken, suçlayıcı değildim; aksine, halkın bilincine tanıklık namına bir övgüyü dile getiriyordum.
Ancak bir halkın topyekûn suçlu, mağdur veya fail olamayacağı gerçeği, tarihsel bazı gerçeklerin üstünü örtmeye de hizmet etmemeli. Gökçen’in yaptığı gibi “1915’te fail kimdi?” diye sorarsak, Anadolu’nun Türk ve Kürt ve diğer Müslüman halklarının aktörlüğünü es geçemeyiz. Elbette ki siyasi sorumluluk dönemin İttihat ve Terakki hükümetinde ve onun yerel uzantılarındadır. Ancak, soykırım laboratuvar ortamında işlenmedi. Yukarıdan aşağıya giderek genişleyen bir halk tabanı, kah kışkırtılan Hıristiyan düşmanlığıyla, kah mal mülk hırsıyla komşularının canını aldı. Bugünün Kürtleri, bugünün Türkleri, bugünün Müslümanları elbette ki bu büyük trajedinin doğrudan sorumluluğunu taşımaz; ancak Türkiye’de halen süren tarihsel inkârı reddetmeyen, ona karşı mücadele etmeyenler, bu suçun meşrulaşmasına destek oluyor demektir. Bu bağlamda, farkında olsunlar olmasınlar, bugünün Türkiyelilerinin hepsine sorumluluk düşer. Türklere de, Kürtlere de, onların siyasi temsilcilerine de...
Cevap bekleyen sorular
Gökçen, Ermeni mülklerine el koyanların daha ziyade yerel güç odakları olduğunu yazıyor ve bunu söylerken haklı. Ben de söyleşide, yörenin feodal ağa, bey ve eşrafının Ermenilerden kalan mal mülke el koyduğunu söylemiştim. Ancak, 1915 sonrasında topraklarından sökülen Ermenilerin sayısı o kadar büyüktü ki, onlardan kalan mal mülkün talanına sadece yerel seçkinler değil, çok daha geniş bir halk kitlesi katıldı. Bugün Türkiye’nin doğusunda da, batısında da, Türk veya Kürt veya başka bir etnik gruba mensup olan çok sayıda insan, Ermenilerden kalan malların üzerinde yaşıyor. Bu kolektif suçu sadece Kürtlere veya Türklere yıkmak doğru olmadığı gibi, tek sorumlunun siyasi ve yerel elitler olduğunu söylemek de, resmin bir bölümünü karartmak anlamına gelir.
Söyleşide özür konusuna hiç değinmemiştim, ancak anladığım kadarıyla Gökçen 1915’le ilgili bilinç konusunda Kürt siyasi hareketinin Kürt halkından geride olduğu tespitimi özür meselesine bağlamış. Evet, ben Kürt hareketinin bu konuda bugüne dek yaptıklarını yetersiz buluyorum. Baydemir ve Demirbaş gibi iki politikacının çok net ve zamanın testinden geçmiş tavrı dışında, PKK-BDP çizgisinden bugüne dek 1915’le ilgili istikrarlı bir tavır görmedim.
8 Şubat tarihli yazıda, Kürt hareketinin bu konudaki tutumuna ilişkin şu soruları sormuştum:
“Kürtler-1915 ilişkisine dair asıl sorun, geniş Kürt halk kitlesinin 1915’i hatırlamak konusunda bir acz içinde olmasından ileri gelmiyor. Asıl sorun, halk tabakasının pekâlâ bildiği gerçeklerin siyasi arenaya nasıl taşındığı, ya da nasıl olup da hakkıyla taşınamadığı. Kürt siyaseti, bugüne dek 1915’te ve geçmişte Anadolu Hıristiyanlarına karşı işlenen suçlarla ilgili nasıl bir tutum sergiledi? O tarihi nasıl anımsadı? Onunla nasıl hesaplaştı? Nasıl yüzleşti? Anımsadı mı? Hesaplaştı mı? Yüzleşti mi? (…) BDP ne yaptı bugüne kadar 1915 konusunda? Kürt siyasetinin diğer kurum ve kuruluşları? Hangi kararlar? Hangi kongreler? Hangi broşürler? Hangi Kürt sivil toplum kuruluşu bu konuda bir araştırma, rapor, inceleme yayımladı? Hangi belediye bir etkinlik düzenledi?”
Bu soruların pek çoğunun hâlâ cevapsız olduğunu ve gerçeğin de bu soruların ardında yattığını düşünüyorum. Soruların altı eylem ve söylemle kararlı bir şekilde doldurulmuyor, bu eksikliğe dikkat çekmek ise Gökçen’in yazdığı gibi “Bireysel olarak Kürtlerin veya Kürt kurumlarının çabalarına gölge düşürmek” olarak algılanıyorsa, ortada sandığımızdan da büyük bir sorun var demektir. Zira yüzleşme çabası, bir yazı, birkaç soruyla gölgelenecek kadar nazenin, o kadar da kırılgan olmamalı.
Son bir söz: Kürtlerin çoğunluğu 1915’e dair Türklerin büyük bir kısmından çok daha kayda değer bir farkındalık içinde. Sırf bu bile, Kürt siyasi hareketinden daha fazlasını beklemeyi meşru kılıyor.