Yaşamın kimi anları bilincimize kazınır, çok uzun bir süre, hatta belki de ömür boyu söz konusu anın görüntüsü gözümüzün önünde olur. 2013 yılının 21 Mart gününde Diyarbekir’de kutlan Newroz da öylesine derin bir iz bıraktı belleğimizde. Yorumcular, alandaki kalabalık hakkında 1 ila 2 milyon arsındaki sayılarda tahmin yürüttüler. Bu denli kalabalık bir kitlenin Öcalan’ın İmralı adasından kaleme aldığı mektubu dinlerken sergilediği sessizlik eylemin halk nezdindeki anlamının göstergesiydi. Geçen yazıda bu mektubun içeriğine dair yorumlarda bulunmuştuk. Bu kez coşkun Newroz kutlamasının yankıları ve tepkileri üzerine düşünelim. İMC dışındaki, ana akım medya olarak tanımlanan haber portalları, olabilecek en üst düzeyde izledikleri mitingi, olabilecek en alt düzeyde yansıttılar izleyicilerine. Bu bildik bir hassasiyet. Etkin bir provokasyon olmadıkça, bir, iki değil, on milyon kişi de yan yana gelse, görmemek, duymamak konusunda talimlidir bizim haberciler.
Roma ve Bizans imparatorluğunun yıkılmalarının üzerinden çok uzun zaman geçti. Ama Portekizlilerin, İspanyolların bütün bir Latin Amerika, İngilizlerin koskoca Hindistan, Ortadoğu ve Çin, Fransızların Orta ve Kuzey Afrika’daki sömürgelerini terk etmek zorunda kalmaları son yüzyıllık bir zaman diliminin olayları. Peki, siz hiç Brezilyalılar bize ihanet etti diyen Portekizliye, Arjantin düşmanla işbirliği yaptı diyen İspanyol’a, biz Hindistan’a medeniyet götürdük, onlar bize nankörlük ettiler diyen İngiliz’e rastladınız mı? Rastlayamazsınız, çünkü bu ülkelerde tarih bizdeki gibi algılanmıyor. ABD’nin saftirik bir kesimini saymazsak, medeni dünyanın insanları, dünyanın kendi soylarına bağışlanmış bir tarla olmadığının bilincindeler. Biz ise, tarih kitaplarımızda ecdadımızın üç kıtaya yayılmış bir imparatorluk kurduğu bilgisiyle gururlanır, fetih hikâyeleri ile coşar, ama işgal ettiğimiz ülkeler savaşarak bağımsızlıklarını elde edince de, onları ihanetle suçlarız. Sonra da mazlum rolüne girer, emperyalistlerin ülkemizi bölmek istediğinden dem vururuz. Eşi benzeri görülmemiş bu sahtekârlığın arkasında özenle abartılmış ve zapt edilemez hale getirilmiş Türk kibri var.
Nitekim Başbakan Erdoğan da “Newroz alanında niye Türk bayrağı yok?” diye sorarken, aslında bu zapt edilemez kibirden ilham alıyor. Yoksa kendisi ay yıldızlı bayrağın, Newroz kutlayan bu insanlara karşı uzun yıllar süren baskının, inkârın ve zulmün simgesi olduğunu herkesten daha iyi bilir. Ama bu öylesine içselleştirilmiş bir algı ki, Türkiyeli Ermeniler yaklaşık yüz yıl sonra bile soykırıma kurban gitmiş atalarını anmaya cüret edemezler. Böyle bir anmanın Türklerin gururunu inciteceğini, bunun bedelinin de pahalı ödeneceğini bilir, acılarını içlerinde yaşarlar.
Bu soruyu sorabildiği için de, yaşanan sürece “Barış” demekten sakınıyor, onun yerine “silahların susmasını, yani ateşkesi talep ediyor. Bilindiği gibi, ateş kes sağlamak kolay, barış inşa etmek ise zor bir iştir. Öncelikle iki taraflı samimi irade, cesur bir siyasi duruş gerektirir. “Baldıran zehiri” iması ile dillendirilen risk, ancak gerçek bir barışın inşası sürecinde söz konusu olur, hiçbir vaatte bulunulmayan, her hangi bir hak tesliminden söz edilmeyen, salt silahların susmasına ve çatışan taraflardan birinin sınır ötesine çekilmesine endekslenmiş bir ateşkesle değil.
Savaşın durmasının başlı başına bir kazanım olduğunu belirtmekle birlikte, gerçek, yapıcı ve kalıcı bir barışın halkların talebi ile mümkün olduğuna inancımızla konuyu noktalayalım.